2007 senesinin şubat ayında tamamen hoş bir tesadüf üzere tanışmıştık.bir ankaralı olarak istanbul'a alışma safhasındaydım.iş yoğunluğu ki sürekli devam eden kesintisiz bir stres,koşuşturmacalar ve şimdi bakınca çoğunun olmasa da olurmuş dediğim meşguliyetleri arasında kendimi kaybettiğim günlerdi.öyle ki ilaç gibi gelmişti, hani akşam elektrikler kesildikten sonra mal mal otururken birden odanın ışığı yanar da bi sevindirik olursun ya, biraz onun gibi işte. herşey harika gidiyor, birbirimizi tanıdıkça daha da fazla bağlanıyorduk.dersin ya işte bu! doğru insan doğru zaman,doğru,süper, mükemmel ve bilimum olumlu hangi tabir varsa durumun tek kelimelik özeti olabilirdi.
fazla uzatmamak gerekirdi, öyle ya hayırlı işlerde acele etmek gerek işin adını koyalım diye anlaştık.aileler konuyu biliyorlar, hertürlü psikolojik altyapı hazırlanmış vesaire önümüzdeki yaz herşey tamam olacak.bu arada sürekli geleceğe dair hayaller, çocuklara isimler, gezi planları ardı arkası kesilmeyen düşünceler paylaşımlar...yirmi beş yaşındaydım, kendimi tanıdığımı düşünüyordum ve bu tanıdığım kişilik kontrolsüz hiçbirşey yapmazdı.ancak mevcut durum tek şeritli karanlık bir yolda frenleri patlamış vaziyette 180 km hızla kamyon kullanan şoförün durumuydu benim için. herşey güzel giderken insan kötü sonuçların da olabileceği ihtimalini göz önüne almıyor, almak istemiyor belki.
tam bu aşamada bir gece yarısı telefonu.detay yok, herhangi bir ayrıntı yok, sadece " bir süre ayrı kalacağız, yurtdışına çıkmam gerekiyor, sana oradan ulaşacağım" temalı bir görüşme. şok halini atlattıktan sonra araştırıyorum, ortak tanıdıklarımıza soruyorum vs, babasının kronik kalp rahatsızlığı için ameliyat kararı alınmış.bunun için abd boston'da operasyon geçirecek, bizimki de ailenin tek dil bilen kişisi olarak refakat edecek.
günler sonra ulaşıyor bana.herşeyin yolunda gittiğini, hastanın kalbine stent takıldığı ve durumunun iyi olduğunu söylüyor.bir aksilik olmazsa iki ay sonra döneceğini söylüyor.ama bir gariplik sezinlememek mümkün değil.bunu da öğreniyoruz bir hafta sonra...
"biraz karnım ağrıyo, ben de muayene olmayı düşünüyorum burada ne dersin?"
" tabi ki aşkım, aman ha kendine dikkat et,uyku saatlerine yediğine içtiğine, sn şimdi kendini de çok üzüyosundur.."gibi anne misali öğütler veriyorum.tamam diyor. önümüzdeki cuma, sonuçları sana bildircem...hiç üstünde durmuyorum ne biliyim odun gibi bi adamım işte demek ki, önemsiz bi üşütme falandır, iklimden etkilenmiştir, havasına alışamamıştır falan diyorum...
tahlil>biyopsi>kanser teşhisi...
ve kamyon şoförü frene asılıyor, nafile...
tam da nişan için planladığımız tarihte ameliyatı var,herşeyimi planlıyorum yanına gideceğim, şiddetle karşı çıkıyor.neymiş efendim o halde kendisini görmemi istemiyormuş.n'olcak canım ben de saçlarımı kazırıp gelcem takılırız öyle falan diyorum güya moral vermek için ama çoktan knock out olmuşum hakem başımda geriye doğru sayıyor..3..2..1..
kemoterapi ve radyoterapi başlıyor, oldukça ilerlemiş hastalık ama şans yüksek deniliyor. edebiyat değil gerçekten, insan başkası yerine bu kadar fedakarlık yapmaya hazır hissedemez kendini ama elden bişey gelmiyor. bilemiyorsun işte sen şansı, kısmeti kovalarken herşey yine olacağına varıyor.
güzel bir mayıs günü ancak bu kadar kendisiyle tezat bir şekilde tezahür edebilir.yok...hiç ağlamıyorum, hatta dışarıdan gözlemleyen biri için oldukça serinkanlı görünüyorumdur belki de, ne tuhaf.ama işte o farkındalık yok mu...o gerçekle başbaşa olmak..hayatının merkezine konulan insan olur ya hani, hah işte siz o anlamı kaybedince hayat da bir anda flu hale geliyor gözünüzde..ilk kez hep şaşırdığım,hayatına sakin bir şekilde son verme kararı alan insanların durumuna şahit oluyorum ..öyle birşey işte..
evet,kamyon 180 ile kafadan, bodoslama giriyor.
son konuşmamızda kesinlikle olayı dramatize etmeksizin demişti ki "yine görüşeceğiz inşallah,bu son değil.ama sen mutlu ol..."
beş sene geçti...hayatım çok farklı bir mecrada devam ediyor..evet devam ediyor.mutluluk paylaşılabilen bir şeymiş, farklı şekillerde farklı tezahürlerde..unutmak mümkün değil ama bişeylere alışıyor insan, bir de o umut var ya...