maçtaydım. uzun yıllardır aynı koltuktan aldığım kombinemle beraber, işten çıkarken sırtında "everlasting" yazan formamı giydim. zaten günün nasıl geçtiğini de anlamadım. saat bir türlü altı olmuyordu. içimdeki o ilk kez maça gidecek 6 yaşındaki çocuk heyecanıyla arabama atladım, fenerbahçe marşlarından oluşan cdmi taktım. bir yandan sigaramı tüttürürken diğer yandan santim santim ilerleyen köprü trafiğinde dalıp gidiyordum. tamam ben de maç için iyi düşünmüyordum. ben de bu maçtan çok kötü bir skor çıkacağını düşünüyordum ama nietzsche'nin ruhu şadolsun umut, insanı böyle zamanlarda öldürüyormuş demek ki.
neyse benim burada yazmak istediklerim, paylaşmak istediklerim olayın teknik, taktik, varyasyon vs kısmı değil. bunu benden çok daha iyi bilen yazar arkadaşlar ve spor yorumcuları fazlasıyla dile getirmiştir elbet. benim takıldığım konu takımın ruhunun gitmesinden daha önemli olanın, taraftarın ruhunun gitmesi oldu. bu akşam ilk kez kendimi bir taraftar değil, adeta bir müşteri gibi hissettim. her tribünün farklı telden çaldığı, futbolculardan, teknik direktörden bile daha az umursayan bir kitlenin içinde izledim bugün maçı. maç 2-1 olduğunda inanmışlığını, aşkını ve sadakatini kaybetmiş görüntü veren taraftarların yüzüne baktığımda sevilla karşısında ispanya'da 15. dakikada 2-0 geriye düşmüşken turu getiren takımı özledim. chelsea karşısında ilk yarıyı 1-0 geride kapatıp maçı 2-1 kazanan takımı özledim. bunu yapan ne sadece futbolculardı ne sadece zicoydu ne de sadece taraftarlardı. bunu yapan takımın ve taraftarın tek vücud olmasıydı. ben bugün 2004-2005 sezonunda kaleci enke ilk haftada gönderildikten sonra recep ile beraber kaleyi nöbetleşe devralan volkan'ın galatasaray galibiyetinden sonra sevinirken hırsından, aşkından, iştahından dolayı kolunun çıkmasını özledim. ben bugün cska moskova maçında 1-0 gerideyken attığı gelişine muhteşem golden sonra yumruğunu kalbinin üstüne götürüp göğüs kafesini kıracakmışçasına yumruklayan alex'i özledim. hatta ben bugün izmirde trabzon ile oynanan maçta cezalı olduğu için maçı tribünden izleyip beşiktaş'ın bursadan yediği ikinci golde êtrafındakilere eliyle iki işareti yapan ve şampiyonluğu müjdeleyen selçuk'u özledim.
kendimi ait hissettiğim tek varlığın bana yaşattığı en büyük üzüntülerden, denizli deplasmanında 1-1 berabere kalıp ertesi gün benimle birlikte kombinesini yenileyen taraftarları özledim.
orta saha, varyasyon, 4-4-2, 4-3-1-2, 4-4-1-1 bunlar sadece ayrıntı. ben bugün en kötü gününde bile takımına sırt çevirmeyip platonik bir aşk yaşarcasına aşkıyla beraber, o öldürmeyen umudu arayan insanları özledim.