AKP, Türkiye'yi katı bir şeriat ülkesi haline getiremeyeceğini görüyor. Dahası, bu amacı terk etmiş görünüyor. Böyle bir amacın, çok şiddetli toplumsal ve siyasal çatışma yaşanmadan gerçekleşmeyeceğini 28 Şubat'tan sonra kavradıkları anlaşılıyor. Zaten, geleneksel islami hareketten de bu nedenle koptukları söylenebilir.
Diğer taraftan, Batı ve küresel semaye ile entegrasyon arayışında olan muhafazakâr yeni burjuvazinin de böyle bir talebinin (şeriat) olmadığını kaydetmek gerekiyor.
Düşük yoğunluklu bir islamizasyon hamlesi, bu kesimleri tatmin edecek gibi görünüyor. AKP'nin imam Hatip Liseleri'nin önünü açmak, türban, "helal gıda" ve Milli Eğitim müfredatının değiştirilmesi vb. için yürüttüğü ısrarlı çaba bu çerçevede değerlendirilmeli.
Evet, yukarıda belirttiğim gibi AKP; ABD tarafından geliştirilen "Büyük Ortadoğu Projesi" ve "Ilımlı islam" siyasetinin bir ürünü, Washington'da tasarlanmış ve Ankara'da yürürlüğe konmuş politik bir projedir.
Şimdi bu tezi biraz daha açalım.
Amerikan dışişleri ve istihbaratının önde gelen Orta doğu, Türkiye ve islam uzmanlarından Graham Fuller'in, 1990lı yılların ortalarından beri "ılımlı islam" projesi üzerine çalıştığı bilinir.
Fuller, Ortadoğu'daki anti-amerikan radikal islamcı akımları önleme ve geriletmenin yolunun, laik sistemleri desteklemekten değil, aksine radikal islamcı partileri küresel kapitalist sistem içine çekecek ve özlerini dönüştürecek bir yaklaşımı benimsemekten geçtiği tezini yıllardır savunur.
Fuller'e göre Batılıların, islam ülkelerinde laiklik konusundaki ısrarının hiçbir anlamı yok. Çünkü ona göre islam dünyasında laikliğin tarihsel ve kültürel temelleri bulunmuyor. Laiklik, Batı-Hristiyan kültürüne özgü bir olgudur. Ayrıca, Müslümanların günlük yaşamlarında dini nasıl yorumlayıp uyguladıkları ABD'nin stratejik çıkarlarını da hiç ilgilendirmez. Önemli olan şey, bu ülkelerin yada örgütlerin anti-amerikan bir niteliğe sahip olmamasıdır.
O da ancak, ılımlı bir islam modeli geliştirmekle mümkündür. Bu çerçeveden bakınca, Fuller'e göre, Fransız ekolünü izleyen laik Türkiye "başarısız" bir örnektir. Laiklik nedeniyle islam dünyasından, onları etkileyemeyecek ölçüde uzaklaşmıştır. Ancak, yine de önemli bir laik birikime ve demokratik geleneğe sahiptir. Bu durumda bir "ortalama" alınabilir.
Örneğin; Amerikalı strateji uzmanlarından Dinesh D'Souza da, daha 1995'te yazdığı bir kitapta , "Biz islam köktendinciliğini dönüştürmeli, onu liberalleştirmeliyiz" demektedir.
işte alınmak istenen bu "ortalama" ılımlı islamdır.
Fuller, 2000 yılında Türkiye hakkında yaptığı "şaşırtıcı" bir yorumda aynen şunları söylüyor:
"Türkiye, yakın bir gelecekte iki partili bir temsil sistemine gebe. Kökleri geçmişe dayanan ekonomik kriz, iktidardaki koalisyon (Bülent Ecevit liderliğindeki 57. Hükümet'ten söz ediyor) partilerinde büyük deprem yaratacak. Fazilet Partisi'nden kopan bir grup ılımlı islamcı, geniş tabanlı bir siyasi oluşuma gidecek. Bazı etkin siyasetçiler, partilerinden istifa ederek bu yeni oluşuma katılacak. Yeni oluşum kar topu gibi büyüyüp gelişecek. Türkiye'de yakın gelecekte ılımlı islamcılar iktidara gelecek. Ilımlı islamcıların yanında islami söylemlere ters düşmeyen ılımlı sol bir parti de Meclis'e sokulacak"
(Akt. Prof. Dr. Ümit Özdağ, Yeniçağ gazetesi 29.4.2004)
Ne demeli ? Yukarıdaki satırlar bir "analiz" olmanın çok ötesine geçmiyor mu ? Fuller, sizce de tasarlanmış, bağlantıları kurulmuş, ve bir ihtiyat payı bile bırakmaya gerek duymayan kesinlikteki bilgilerden (buraya dikkat, 2000 yılından söz ediyoruz) hareket etmiyor mu ? Eğer Fuller bir falcı değilse, yeryüzünde bu kesinlikte ve şaşmazlıkta ortaya konulan başka bir siyaset öngörüsünün örneği var mı? Çünkü, bu öngörüdeki herşey neredeyse gerçekleşmiş durumda.