yalniz ve mutsuz bir kadinin asaleti

entry2 galeri
    1.
  1. hep bir kadın tablosu hayal ederim zihnimde. her hangi bir kadını, her hangi bir kalıba sokmaksızın. içimden geldiği gibi.
    onların mutsuz olmasını istemeden. ama bilirim ki istemekle olmuyor hiçbir şey. hatta istemek başarmanın yarısı derler ya, yalan!
    istemek; hayal kırıklığına uğramanın ilk etabıdır. o yüzden mutsuz ve yalnız bir hemcins hayal ederim. benimle hemcins değil. doğayla hemcins. tabiatla hemcins. evrenle hemcins.

    baksanıza çevrenize. baksanıza topluma. bu kadar acıyı rahmi olmayan bir varlık doğurabilir mi? o yüzden de tabiat dişidir. sırf bu kadar acıyı doğurup, bi bu kadarına da gebe olduğu için.

    bir gün, bir kitap bulmuştum lunaparkta. balerinin eteğinde. bir gece yarısı. lunapark kapanmak üzereyken. ve ben kendi içsel acılarımı somut acılarla yer değiştirmeye çaşlışırken. sadece bir kitap. harflerin ve kelimelerin anlamlı-anlamsız kombinasyonlarından oluşan bir kitap.
    içerisinde bir gül vardı. kurutulmuş ve özenle yerleştirilmiş bir gül. kitabın ortasındaydı. o gece balerin döndükçe ağladığımı bilirim. o kitabı göğsüme bastırıp da dakikalarca ağlamak. insanlar zevk çığlığı atarken, gürültüye getirip de ağlamak.

    işte o gece başlamıştı bir kadının yalnızken ve mutsuzken asaletini korumasının ne kadar zor olduğunun ıspatı. aslında bir kadından ziyade bir insanın yalnızken ve mutsuzken asaletinin tecavüze uğraması gerekiyordu o gece.
    gittiğim en yakın meyhanede oturdum en dibe. sırtımı döndüm insanlara. bi duble rakı söyledim. biraz badem. az bir şey de yoğurt ve kavun. bir sigara yakıp da rakımdan ilk yudumu çektiğimde bir el hissettim sağ omuzumda. okumak için ilk sayfasını açtığım kitabı kapayıp bıraktım masaya.
    yüzümü arkaya çevirdiğimde masumiyetini onlarca boyayla kamufle etmeye çalışan bir melek gördüm.
    yalnızken ve mutsuzken asaletini kaybetmeyen bir melek. gülümsedi bana. gülümsedim. karşıma geçip oturdu. "merhaba" dedi. sesi geceyi incitmeyecek kadar naifti. kelimeler, dudaklarını yalayıp da dışarı çıkıyordu. sol yanağında bir çukur vardı. gülümsediğinde ortaya çıkan bir çukur.

    "işte!!!" diye bağırdım içimden. "öldüğümde gömüleceğim yer burası işte." heyecanlandığımı hissettmiş olacak ki sol elimi tutup, sağ bacağına götürdü masanın altından. çektim elimi. istediğim et değildi. en lezzzetli ve en yağsız etin kilosu kasaplarda 12 milyondu o zamanlar. ve ben vejeteryandım. insan eti bağımlılığım, izlemekle sınırlıydı.
    kafamı eğdim. garson çocuk gelip karşımdaki periye vişne-votka verdiğinde ben de biliyordum ki o kadehte votka yoktu. vişne suyuydu içtiği. vişne suyuyla sarhoş olacaktı o gece. ama bilmiyordu. benim rakı kadehimdeki de rakı değil suydu.
    ben de su ile sarhoş olacaktım. oysa gerek yoktu içkilere. hayatla sarhoş olabilirdik. ama nerde o hoşgörü? nerede o müsamaha?

    bir kadın hayal edin. sabahın ilerleyen saatlerinde günlük gazetelerini almış, bir çay bahçesinde, ya da bir sahil kasabasında kahvesinden yudumlar çekiyor. arada bir sigarasının dumanını gökyüzüne gönderirken ozon tabakasındaki deliğin büyümesine katkı sağlıyor.
    saçları uçuşuyor hafifçe. rüzgar, pileli eteğini aralamaya çalıştıkça, o peri, o kutsal varlık eliyle düzeltiyor eteğini. karşı geliyor doğaya.

    göreniniz oldu mu böyle bir kadın? ben görmedim. göreceğimi de sanmıyorum.

    sonrasında bir gürültü ile aynı noktaya baktığımızda iki kişinin birbirinie bağırdını gördük. iki koca adam birbirine ana-avrat düz gidiyorlardı. olayın nedeni aşktı. olayın nedeni; vişne suyuyla sarhoş olma yetisine ulaşabilmiş bir bedenin paylaşılamamasıydı. olayın nedeni, kemiksiz 40 kilogram gelebilecek, kemiğiyle birlikte yaklaşık 60 kilogram gelebilecek bir bedendi.
    ruhu yoktu. ruhunu ilk cinsel ilişkisizliğinde kaybetmişti. aşk adı altında bekaretini bir insan müsveddesine sunduğunda bilmezdi ki insanlarla hayvanların tek ortak özelliğinin çiğ süt emmiş olması.

    kalktım oturduğum yerden. omuzumdaki el tutmaya çalışıyordu beni. kavga eden ikilinin arasında yavaşça sıyrıldım. insanlar bana bakmıyorlardı. peri peşimden geliyordu. gördüğüm ilk garsonun mendil cebine yüklü bir miktar para sıkıştırıp kendimi dışarı attığımda hayat denen varoluş sisteminde mantık aramanın ve bu mantık arama esnasında mantıksızlığı bulmanın sorunuyla karşılaştığım o geceyi hatırladım.
    yatmadan önce annemin başucuma koyduğu ballı sütü içip de evi terkettiğim o günü. hayatı renkli ekrandan izlemek yerine yaşamak istediğim o geceyi. ve sonrasında ruhumu kaybedişimi. insanların yalnızken ve mutsuzken asaletlerini kaybedişlerine bin kez tanıklık edişimi.

    ben hep hatırladım. unutmadığım tüm siluetler hayalet olup da rüyalarımı işgal etti. ve ben toprakları işgal edilmiş, kendi ülkesinde bir parya olarak yaşadım hayatı. yalnızken ve mutsuzken asaletimi kaybetmemek adına.
    5 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük