biraz ego barındırır gibi olsa da yazacağım diyalog bir anı yeniden hatırlamaktır. içimizi tökelim.
şahsım, iş ve hırs dünyasından erken çekilmiş biriyim. hem istediğim kadar hızlı büyüyüp gelişememekten hem de yakınlarımın dahi çelme takmasından olsa gerek. olmayanı fazla zorlamamak gibi bir savunma mekanizmam var. iyi mi kötü mü bilemediğim.
babayla balkondayız. hayli yaşlanmış hali tabi.
genellikle olduğu gibi gene ev halkına ayak uyduramamışım anam masaya bişeyler koymuş. tek başıma yiyorum.
baba dedi ki, bak falanca belediye başkanı oldu. işte falanca şunu yaptı. sen işi gücü bırakmasaydın. onlardan büyük olurdun.
(ego burada)
baba ailede özellikle beni, çok sert, yırtıcı, sürekli yükseklere ulaşmaya çalışan biri olarak yetiştirmeye çalıştı. çok ileri yaşlara kadar da öyleydim. işi gücü erken bırakınca, procesi başarısız olmuş gibi hissetti tabi.
ben bişey demedim bu sözlerine o devam etti. e napıyorsun şimdi. ye iç yat, gez. bak kardeşlerin şöyle böyle, takmıyorum ama o konuşuyor.
o ara saçımı elime götürdüm. saçımı gösterdim. ne o dedi. gene gösterdim. haa saçımı dökmedim mi diyorsun dedi. evet dedim.
bi durdu şöyle.
iyi ya bizim derdimiz neydi bak başımda saç kalmadı hem de 30 yaşından beri dedi.
ben güldüm. sizin bileceğiniz iş dedim.
tabi diyemedim ki yav baba, senle ortak iş yaptık. kafan kızdı, sermayemi bile vermeden beni attın. o sermayeyi kardeşlerime verdin.
ben gene yılmadım. hepinizi geçtim.
gene gelip benden para istediniz gene verdim. naapiim daha fazla çalışayım da. gene para mı lazım yoksa.
diyemedik tabi. çünkü yarımız o, fiziğimin yarısı o, yarısı anam. biraz da benden bişeyler var.
bak gene senin yolundan giden, en çok seni taklit eden benim. ötekiler hiç sana benzemiyor.
neyse dünya işi bunlar. sevgiyle duyguyla karşılaştırılmaz bile.