bizzat marksizme bakış açısıyla ilgili olan bir durum. türkiye gibi kuramsal ve felsefi birikimin zayıf ve sonradan gelişmiş olan topraklarda, marksizm'de sakat bir biçimde gelişmiştir. bizzat leninizm'in marksizm'e kazandırdığı öncülük kavramı yok sayılmış, gene lenin'in iki taktik'i çeşitli örgütlerin başucu kitabı haline gelmiştir. haliyle ortada ne öncülük kalmış, ne de marksizm. bizzat lenin kullanılarak türkiye solu tarafından marksizm by-pass edilmiştir. işçi sınıfı siyaseti ve bu siyasetin özneye yüklediği iradiyet ile müdahalecilik yok sayılınca "nerede hareket orada bereket." tarzı hareketler doğmuştur.
çeşitli kaynaklardan beslenen demokratik devrimci hareketin geri bir formu olan ile türkiye için buruva devriminin özel bir kesiti olan kemalizm'in sol bulamacı arasındaki garip ayrımın marksizm'e değinmeden geçip gitmesi ilginç değild,r. bu bizzat teorik ihtilalci dönemini çok geç yaşayan ve bu dönemi kendi yükseliş dönemine gelemeyen türkiye solu'nun hatasıyla ilgilidir. bizim kapsamımızda şimdilik bulamaç tarzı, eklektisizmin örneği ideolojilerin bu konu hakkında konumlanışlarına girmeyelim.
demokratik devrimci kökenli kesimlerin solun geriye çekiliş ve kopuş dönemlerinde sorunu teorinin derinliklerinde araması ile derinleşen bir türkiye solu gerçeğini ele alalım. teme olarak yukarıda bahsettiklerimizle ilintili bir yöntem hatası var. leninizm'in bizzat marksizm'e armağan ettiği ve gene marksizm'in içinden gelen öncülük kavramı, aynı zamanda bir sosyal bilim olan marksizm'in bir yöntemsel önermesidir. bunun anlamı siyasetin nasıl yapılacağı anlamına gelmektedir. işçi sınıfı ideolojisi olan ve emekçi sınıfların insanlığın en eski hayali olan sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz dünyasına denk düşen marksizm'in siyasetteki konumu bizzat öncülüğe denk düşmektedir. siyaset yapma tarzı müdaheleci olan bir hareketin dışsallık sorunu oluştuğu söylenebilir. bu gene kuramsal açıdan cevaplanabilir, ama bu yazının konusu değildir.
işçilere bakış açısında dışsal olan fakat kuyrukçu olan demokratik devrimci kökenli hareketlerin teorizasyonunda olan sorun ulusal sorunda da kendini göstermektedir. ulusal sorunun kendisi tarihsel açıdan burjuvazi çıkışlı ve pazar sorunuyla ilintili bir sorundur. bu sorun kapitalizmin yerel pazarlarda merkezileşmesi ve kendisinin eşitsiz gelişimi ile bölgesel pazarlarda eşitsizlikler yaratması ulusal sorunu derinleştirir. aynı zamanda egemen ulusun kültürü diğerlerini baskılar ve asimile eder. bu kapitalizmin doğal bir kanunudur! ama bu bir doğal kanundur deyip es geçemeyiz. eşitsizliğin olduğu yerde marksistler olacaktır. ama marksizmin en büyük amacı bir devrim yapmaktır. marksizmin en önemli enternasyonal görevi kendi alanına sosyalizmi taşımak ve sömürücü sınıfları bir an önce yok etmektir. yani ulusal sorunu sınıf indirgemeci yaklaşımla değil ama sıınıf perspektifli bir bakışla bakabilirsiniz. bunun anlamı şudur: kültürel sorunda sınıfçı bir indirgemeci bakış açısı bir noktaya kadar gelir fakat ulusal sorunun iktisadi kaynağı sınıfsal bir sorundur. bir bölgenin ucuz emek gücü olarak görülmesidir. yani bir anlamda bir emek sorunu vardır ortada. o zaman burada cenderenin sıkışıklığından kurtulmak zorundadır marksizm.
kuyrukçluğu bir kenara bırakılmalı, uzun süredir devam eden ulusal sorun açısından yorumlanan marksizm bırakılmalı, bizzat marksizm bakış açısıyla ulusal sorunlar incelenmeli. böyle yapınca sorunun kaynağını emperyalizm, çözümünü ise işçilerin birliğinin topyekün kapitalist düzene karşı cephe alması ile çözüleceğini bulursunuz.
türkiye solu'nun son 25 yılına damgasını vuran uvriyerizm yani işçicicilik bir toplumsal dinamiğin kapitalizmi çözücü etkilerine nasıl bir perspektifle bakılmalı sorusunu unutturmuş sanırım. elbetteki 12 eylül'ün yarattığı olumsuz koşullar ile reel sosyalizmin 90'lara kadar devam ettiği gerçeğini unutmamakta fayda var. yüzünü sosyalizme dönmüş bir hareketle, yüzünü nereye döneceğini bilemeyen bir hareket arasındaki farkları iyi okumakta fayda var.
sosyalist devrimin önünde şu can alıcı soru duruyor: ulusların kaderlerini tayin hakkı bugüne kadar konuşuldu. peki ya devrimin kaderini tayin hakkı hiç konuşuldu mu? marksistler iktidar perspektifini neye göre kuracaklar? devrime göre kurmayacaklarsa kendilerine marksist diyebilirler mi? sanırım bunun cevaplarını gene marksistler verecektir. türkiye'nin ve dünyanın aydınlık geleceği de bu sorunu da aşmasını bilecektir.