Özgün (sadeleştirilmemiş) metnin günümüz okuyucusu tarafından anlaşılamayacak olduğu tamamen efsaneden ibaret. Evet, bazı yerlerde, özellikle resmi yazışmalarda, oldukça eski kelimeler çıkabiliyor. Fakat daha önce sadeleştirilmiş halini okumuşsanız, olaya hakimseniz, bu kelimelerin hangi anlamda kullanıldığı üç aşağı beş yukarı kafanızda beliriyor. Ve okudukça o kelimelerin anlamlarına da alışıyorsunuz. Yani Nutuk’un aslını okumak, yabancı dilde bir kitap okumaktan zor değil. Ancak biz her alanda “kolaylığa” alıştırılmış olduğumuz için; kolaylığa şartlandırıldığımız için, zor diye düşünüyoruz. Yok öyle bir şey. Hatta lisede bize gösterdikleri divan şiirlerinden bile kolay. Bakın şu küçük parçayı anlıyorsanız, Nutuk’u özgün metinden siz de okuyabilirsiniz:
“Efendiler, Erzurum’u terk ettiğimiz tarih 29 Ağustos 1919 dur. Amasya’dan, Erzurum’a gelirken, Sıvas’ta küçük bir hikâyeye zemin olan vak’a hatırlarımızdadır. Gariptir ki, Erzurum’dan Sıvas’a giderken de buna mümasil küçük bir vaziyete temas ettik.
Erzincan’dan garba hareket ettiğimiz günün sabahı, Erzincan Boğazı methaline gelir gelmez, bazı jandarma neferlerinin ve zabitlerinin, heyecanlı ve mütelâşi bir tarzda otomobillerimizi tevkif ettiklerini gördük.
Vaziyeti izah ettiler: «Dersim Kürtleri, Boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez.»
Bir zabit, merkeze kuvvet gönderilmesini yazmış. O kuvvet gelince, tertibat alacak, hücum edecek, bu eşkıyayı tardedecek ve yolu açacak imiş…
Pek iyi ama, bu eşkıyanın kuvveti nedir, neresini nasıl tutmuş, ne kadar kuvvet ve ne vakit gelecek?!
Bu muammalar halledilinceye kadar, geri, Erzincan’a dönmek ve kim bilir ne kadar günler beklemek lâzım! Bizim ise, işimiz pek acele idi. Ben, Erzurum ile Sıvas arasındaki mesafeyi mutat zamanda kat’edip muayyen günde, Sıvas’ta bulunamazsam, şurada veya burada şu veya bu sebeple tevahhuş ve tevakkuf ettiğim Sıvas’ta şayi olursa panik başlayabilir, işler altüst olabilirdi.
O halde karar? Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka çaremiz de yok idi. Yalnız ufak bir tertip almağı muvafık buldum.
Hafif mitralyözlerle mücehhez bulunan, fedakâr arkadaşlarımızdan birkaçını –elyevm bir alay kumandanı olan Osman Bey, ki Tufan Bey namiyle maruf olmuştur, bunların başında idi – Bir otomobil ile kendi otomobilimize takaddüm ettirdik. Sağdan soldan gelecek, uzak mesafedeki ateşlere ehemmiyet verilmeyerek otomobiller seri hareketle şose üzerinde ileri yürümeye devam edecekler. Vurulan, ölen olursa, onlarla meşgul olunmayacak.. Tam şose üzerinde ve yakınında, şoseyi kapayan eşkıyaya temas edilirse, hep otomobillerden atlayacağız ve bunlara hücum ederek yolu açacağız ve kalanlar tekrar kabil-i istimal otomobillere binerek serian ileri uzaklaşarak yola devam edecekler… işte verilen emir de bu idi…
Bu tertip ve tarz-ı hareketi, makul ve emniyetli görmeyenler bulunabilir. Gerçi bu tarihlerde Elâziz Valisi Ali Galip Bey’in Dersim’de dolaştığı ve bazı tesvilât ve tertibata çalıştığı malûm idiyse de izah edeyim ki, ben, evvela, hakikaten Boğazın tutulduğuna kani olmadım. Bunu hükûmet-i merkeziyenin mümaşatkârı olabileceğini tahmin ettiğim bazı kimseler tarafından, mahza, beni tevakkufa mecbur etmek için tasni edilmiş bir plân telâkki ettim. Saniyen, Dersim Kürtleri Boğazı tutmuşlarsa, bunların alabilecekleri tertibatın, uzak tepelerden yola ateş etmekten ibaret kalması, bence, çok muhtemel idi.
Hulâsa yürüdük, Boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sıvas’a muvasalat ettik. Ahalinin şehrin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak tezahüratiyle karşılandık. (…)”