"(...) Gardiyan Mehmet Selçuk, Ali'nin ağzını kapatmaya ve onu susturmaya çalışıyordu. Hücrelerdeki tutsaklardan biri bağırdı:'idam etmeden boğacaksınız alçaklar!.."
"(...)Müdürün odasında ailesine ve arkadaşlarına mektup yazmak istediğini belirtti Ali. Avukatları yanında yoktu; dahası onlara haber verilmemişti. Mektuplarını infaz savcısı aldı. Sonra üzerine beyaz bir önlük giydirildi. Garnizon Komutanı Albay Osman Çitim dikildi karşısına ve alaylı alaylı sordu:
Avlu sarı ve ölgün ampul ışıklarının altında karanlıktı. Oysa yukarıki gökyüzü, üzerine bir giysi gibi giydirdiği karlarıyla Torosların başına oturmuş parlak ve çıplak bir ayazdı. Ayağında bot, üzerinde cezaevinin kısa ve tek tip elbisesi vardı. Beyaz önlüğünün altında elleri kelepçeliydi. Öylece yürüdü. Asker ve gardiyanların arasından geçerek sandalyeye çıktı ve gür sesiyle bağırdı:
"Ben insanların mutluluğu için çalıştım ve mutluluğu için de ölüyorum!.."
"Kahrolsun Askeri Faşist Diktatörlük!.."
"Yaşasın Devrin/Yaşasın Sosyalizm!.."
Bütün söyleyecekleri bu kadardı.Sonra bir kuğu gibi başını uzattı ipe. Devlet koca Adana'da yine, kendi deyişiyle "pis bir çingene" bulamamıştı. Özenç'te olduğu gibi yine gardiyan Mehmet Selçuk uzandı ipe ve geçirdi Ali'nin boynuna.
Ve işte bir devrimcinin en yürekli ve en bilinçli bir anıydı. Daha onlar yönelmemişken ayağı ile vurdu altındaki sandalyeye. ip sarktı. Darağacı gıcırdadı.Avludaki sessizlik ortamında bir bu ses vardı. Çukurova, Adana, iskenderun susmuştu. Höyük Köyü susmuştu.Ali ipin ucundaki bir kolye gibi gidip geliyordu.Cezaevinin duvarları, Toroslar, gökyüzü bakışa kaldılar öylece...