anneye mektup

entry40 galeri
    39.
  1. sevgili annem,

    iki sene önce yanımda oturuyordun. anlamsız bir şefkatle bakıyordun bana. ve anlamsız gülümsemelerinin yirmi dokuzuncusunda sımsıkı sarılmıştın. köprücük kemiğin benimkinin biraz aşağısında kalıyordu. köprücük kemiğini vücudumda hissetmek ne büyük lükstü. fakat dur, ben bu yazıyı seni anlatmak için yazmıyorum sana. kendimi anlatmak için yazıyorum. belki olduğun yerden beni göremiyorsundur diye. ölümden sonra hayat yoksa diye, bir şişeye koyup kapalı bir denize bırakabilmek için ilahi adaletten çalıyorum bu hikayeyi. bir okyanusa bıraksam dayanmaz çünkü. boyun eğiverir hikayem, gelmiş geçmiş tüm ölü denizcilerin sessiz dalgalarına.

    sabaha karşılar var anne, daha fenası akşam üzerileri var. sen; bana gün doğumunu gün batımından çok sevmeyi aşılayan kadın. mordoğan'da gerçekten mor mu doğuyor güneş? onu görmek için bu kadar erken kalktım. yalancı çıkarmadı seni, bu kez de mor değildi. ki ben güneşim diye sevdiğin sarı saçlarımı yalnızca bunun için mora boyamış kızınım.

    dün gece kütüphanede, evet kütüphanede sabahlıyorum genelde, yanımda oturan çocuğun kitabına ilişti gözüm. aslında tek bir kelimeye. kefenin… kefe mi kefen mi olduğunu anlamak için arkasından eğilip tüm cümleyi okumaya çalıştım çaktırmadan. kefeymiş. öyle, kelimelere hep takılırdım, biliyorsun. sonra ayak bileğimin 4 cm üzerinde biten gri eteğimi sıyırıp dizimdeki yırtılmış deriye baktım. içimde bir dünya var anne, içimde annem var doktor. aldıramıyorum.

    thomas'ın, merkatör projeksiyonları hakkında fikrimi sorduğunu hayalimde canlandırıyorum. kendi kendime gülüp, yolculuk için faydalı olduğunu ama alan anlamını feci çarpıttığını fısıldıyorum. ders çalışan insanlar dönüp bakınca kitabımdaki bir şeyi ezberlemeye çalışır gibi yapıp arkalarını döndüklerinde tekrar gülüyorum. kahkaha atmamak için tutarken kendimi, yüreğimin saatini iki dakika ileri alıp geçiştirebiliyorum zamanı.

    kalıplar var anne, ne çok kalıp var. kalıplara giriyorum, kalıplardan dökülüyorum. geçen hafta, taşınırken bulduğum bir mücevher kutusunda kan kırmızısı bir mum eritmiştim, hatırlıyorsun değil mi? sonra henüz soğumadan tüm parmaklarımı içine sokup parmağımda kalıp şeklini alan mumlarla eğlenmiştim. sonra çıkaramayıp korkmuştum bir de. kaç yaşında kızım, hala parmağım mumda kalacak diye korkuyorum işte. zaten insan hiçbir kalıba sığamıyor ki anne. her insan farklı biliyor tanıştığı herkesi. olmasını istediği kişi gibi görüyor. kim ne olmamı istiyorsa o olayım derken bir bakmışım hepsi zaten benim. insan olduğundan farklı davranamıyor. en büyük başarım, sokak çocuklarını hayatımda paragraf başı yapıp hepsine birer taç takmak. ve o burger king'deki dandik taçlardan değil. hepsi için yapraklardan taç yapıyorum, evet sezar'ın tacından…

    yosmanın kötü bir anlama da gelebildiğini öğreniyorum. güzel, genç kadın… yosma nasıl kötü bir anlama gelebilir diye düşünüyorum eğilip masa lambasındaki ampule bakarak göz bebeklerimi yakarak. bana daha okuma yazma öğrenmeden verdiğin eski atlasında parmaklarımı gezdiriyorum. kolombiya'nın üzerinden geçerken omayra geliyor aklıma. yeni ama hayatıma yeterince yerleşmiş bir arkadaşımın şarkısı kulaklıklarımdan tüm salona yayılıyor. kulaklık takmayı severim ama yine de son sese getirip masaya koyuyorum. yine rahatsız oluyorlar. ders çalışmaya pek niyetleri yok gibi, di mi anne? çalışmak isteyen her şartta çalışır. sınavdan önceki gün gittiği tiyatro oyununda da, uçakta belgrad'ın üzerinden geçerken de, gün içindeki en yüksek sıcaklık 32 fahrenayt derece olduğunda da, tırnağı etine battığında da… değil mi anne?

    thomas'la arkadaş olurduk anne. en kötü ihtimalle arkadaş olurduk. onu sevmeseydim çok güzel arkadaş olurduk. şimdi gidip normal bir insanın google'a map of world yazmadan bulamayacağı bir deniz kenarından bir kavanoz çilek reçeli döksem, tadını alır mı sence? içimin kuzey kutup dairesine bir ev inşa etsem, ziyarete gelir mi dersin?

    kardeşime biraz kötü davrandım anne. bu sabah bana kahvaltı hazırlamıştı. portakal suyu bile sıkmış küçücük elleriyle. (kaç yaşına gelirse gelsin, benim için küçücüktür o eller) yumurtayı senin sevdiğin gibi yapmış. beğenmedim dedim. annem beğenmişti dedi. “ben annen miyim?” diye bağırırken benim gözlerim, bağırdıktan sonra onun gözleri doldu. “biraz annemsin.” dedi. gülümsemeseydim ağlamayacaktım, yemin ederim. sabah olmasaydı sonia salazar'ı alkole sürükleyen kadın olurdum.

    sokaklardaki ucuz kalabalıkta kendimi bulamıyorum bir türlü. şiir satıyorlar rezil masalarda. sana yazdığım şiirleri ne yapmamı uygun görürdün? hem… hem “tarla kuşu, yağmur damlasından dünyayı içsin diye” yazmaz mıyız? sanki bir şey var da hatırlayamıyorum, iç yolculuğuma çıkarken bavuluma koymayı unuttuğum. ne olduğunu hatırlamamak için içimden sayı problemleri çözüyorum.

    beş çaylarını önemsemek isterdim ve çeyrek altını. küresel ısınmayı önemsiyorum. gökdelenleri her haliyle seviyorum, içlerinde deniz rengi bir gök geçtiği sürece. ve ortadoğu'yu da, içinde gök geçmese bile. eve geç gelişimi borsaya bağlamak istiyorum ve geri kalan her şeyi astrolojiye. konuşan tartılardan korkmayan insanlara katılmak isterdim. çok rüya görüyorum. konumuz kavimler göçü değil, hayır. manavlar da sihire inansın diye kırmızı olabilir mi elmalar? max brod gibi bir arkadaşım olabilir mi? -bu bir ricadır-

    kendimi tüketerek çoğalıyorum, kendimi çoğaltarak tüketiyorum. ortası yok biliyor musun? geçer yavrum dediğini, beni bir robot gibi tamir etmeye çalıştığını hissediyorum. geçmeyecek ama, “geçmiyor anne” diye ağlayacak değilim. küçüklüğümden kalma eski radyoyu açıyorum sıklıkla. radyo cızırtıları kirpiklerimi ıslatan garip bir şey. belki de yanılıyorum. belki de yalnızca b12 eksikliği? üşüdüğüm için; ama en çok hanım hanımcık, hiç olmadığım biri gibi davranmak için uzun gri bir etek aldım. babam gördüğünde bu kimin deyip güldü. gülerken eteğime takılıp düştüm merdivende. sol dizimde bir yara, ki o yara hiç geçmeyecek anne. tam istediğin gibi bir kadın oluncaya dek. başımı elime yaslamadan, saçımı yakmadan sigara içmeyi öğrendiğim zamana dek büyüyemeyeceğim.

    uzun lafın kısası anne; bir tarafta cehennem, bir tarafta okyanus. bikinimi yanıma almadığımdan yanmayı uygun görüyorum.

    -kalbim çok önce kırıldı annecim sen yüzüme kanaviçe ör. iki düz bir ters iyi geliyor yaralarıma.

    (anlamsız ve alıntı cümleler içerir, zira bitirme tezi yazmıyorum.)
    8 ...