öyle çok da anlaşılmaz bir kitap değildir. zaten belli ki nobel ödüllü yazarımız aşırmış bu romanı ama benzerlikler öyle çok da kilit noktalardan olmadığı için "esinlenmiş" de denebilir. genel olarak iyi bir hikaye kanımca. en azından alışılmadık veya kolay kolay aklımıza gelmeyecek bir şey. genel olarak insanın gözüne çarpan, kitapta bir varoluş sorunsalı olarak ben ve öteki kavramlarının sınırları ve bunları neyin belirlediği üzerinde durulması. yazar diyor ki: dış görünüşümüz birbirine benzerse, bilgi ve meraklarımız birbirine benzerse bizi ayıran nedir? zira kitabın sonunda hoca italyan esirin kılığına girip italyaya bile gidiyor. bunun olmasını sağlayan şey de yine bir biz - öteki sorunu... hoca kendinden olması gerekenleri aptal olarak nitelendiriyor. dedesinden kalma adı bile beğenmeyip kendisine hoca denmesini istiyor. buna rağmen batıya hayran... ordaki insanların "kafalarının içini" merak ediyor. burada da bu anlamda bir vurgu göze çarpıyor bence... sonundaki anlatım kasten karmaşıklaştırılmış gibi dursa da sabah başlandığında akşam sıkılmadan bitirilebilecek bir kitap. hele ki hocanız thomas pynchon, james joyce veya nathaniel hawthorne kitapları dururken bunu vermişse gidin elini öpün derim.