zamanda kırılmalar yaşayan bir ruhun sabiti

entry2 galeri
    1.
  1. geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp kalmış ruhun beyni çatlamak üzereyken tek bir ana, insana, hayvana, nesneye, inanç silsilesine takılıp kalamama durumu.
    benim durumum.
    ancak filmlerde ve dizilerde canlı ve kanlı halini görebildiğimiz, gerçek hayatta olması imkansız gibi gözüküp de aslında varolan durum.

    uğruna ölebileceğim bir şey bulamadığım gün asla ve asla intihar etmeyeceğimi hissedip de küfretmiştim tanrı'ya. gün doğmaya yüz tutarken bir sabah. ben pokerde kaybetmiş, yaşlı annemin evine dönerken, ilk hayal kırıklığımın üzerinden üç gün doğumu geçmiş, sokak köpekleri benden korkarken, yaşadığım şehir ve üzerinde taşıdığı her beden uyurken kafamı gökyüzüne dikip de son ses dillendirmiştim;

    "senin tanrı'nın koca götünü sikeyim!"

    duymamıştı beni. ne gelecekte, ne geçmişte takılıp kalabileceğim, her anımsayışımda mutlu olabileceğim, insan olduğum için kerndisine teşekkür edebileceğim bir yaratıcı görememiştim.
    aslında erken bulmuştum ben tanrı'yı. fakat erken kaybetmiştim. tedavim mümkün değildi. gittiğim psikologlar, saçma-sapan sakinleştiriciler yazmışlardı. uyku hapları...
    oysa ben yaşamak istiyordum. o yüzden de uyumuyordum yıllardır. gözlerim kan çanağıydı. ellerim titrek. sesim titrek. ruhum titrek...
    dünya, ayaklarımın altından her an çekilecek bir halı gibiydi. ve ben dönüyordum. başım dönüyordu. dünya dönüyordu.

    bilmiyordu galileo, yuvarlak olan her şeydi. kavramlar. duygular. insanlar... her şey başladığı yere geliyordu. her şey başladığı yere gelmeliydi.
    yoksa bitiyordu. sonsuzluk son buluyordu. tanrı son buluyordu. cennet hayal oluyordu. cehennem ise koca bir ütopya.
    ve ben bir sabit arıyordum. tanrı'yı arıyordum. annemi arıyordum. babamı arıyordum. dişimi arıyordum. eşimi... her telefon yüzüme kapanıyordu.
    tanrının adresi yoktu. kendisini arayabileceğim bir cep numarası yoktu. yüzü yoktu. kulakları yoktu. gözleri yoktu. ağzı yoktu. burnu yoktu. elleri yoktu tanrı'nın. ayakları yoktu... belki de tanrı yoktu!

    bu olasılığın gerçekliği midemi paramparça ettiğinde, bir kış gecesi yoğun bakıma alındım. delirdiğimi sandı herkes. doktorlar, annem. ve et yığını olan babam!
    herkes delirdiğimi sandı. delirmemiştim. sadece tek muhatap olabileceğim varlığın da olmaması ihtimali kan kusmama neden olmuştu.
    kalbimi kusmama neden olmuştu.
    ben kime hesap soracaktım. bu dünyada cehennemi yaşarken, cenneti kimden isteyecektim. bu dünyada canımı acıtanların ağzılarına ellerimi geçirip de tüm bedenleri yırtmak istememin muhatabı kim olacaktı?

    dünya dönüyordu. ben dönüyordum. bir trenle istanbul'dan ankara'ya. annemin evine. bu soğuk şehire. bürokrasinin kendisine tecavüz ettiği bu şahane şehire. belki denizi yoktu. ama acısı çoktu. istanbul gibi fahişeydi bu şehir de. her fahişe gibi sadıktı ama. sevdiği erkeği sırtından bıçaklamıyordu. aşka değer veriyordu. sevgiye değer veriyordu. saygıya değer veriyordu.
    hor kullanmıyordu hiçbir şeyi.

    ama ben hor kullanmaya başlamıştım. her şeyi! bedenimden başlamıştım. sol dirseğimde kurşun izi. sırtımda tanrı'nın yüzü, kalbimin üzerinde ise annemin resminin dövmesi vardı.
    sağ baldırımda ise döner bıçağı yarası. 34 dikiş atılmış bir kesik. saçlarım uzun ve siyahtı. gözlerim ise akları kırmızı, siyahları boz.
    ben dönüyordum bir yaz tatili annemin yanına. bu soğuk şehire. sabitim yoktu. okyanusun ortasında bir dubaydı ruhum. zil zurna sarhoş bir bedendi ruhum. alkolü bırakmıştım oysa. sarhoş olmayı başaramadığım gün hayatımdan çıkarmıştım alkolü.

    "hayat" diyordum gittiğim barlara. meyhanelere. pavyonlara. "hayat" diyordum, barmenlere. barmedlere. garsonlara. bana "bir şey içer misiniz? bir isteğiniz var mı?" diyen herkesten hayat istiyordum. "bir kadeh hayat getir."
    ve sessizce ekliyordum.

    "lütfen sek olsun!"

    sonrasında döndüm. dokuz saatlik bir tren yolculuğu sonrasında. annem sarıldı bana. babam ise her zaman ki gibi gözlerini kaçırdı gözlerimden. küçük kız kardeşim ağladı boynuma sarıldığında. neden böyle olmuştum ben? neden, bir sabit bulamadığım için paramparça olmuştu ruhum? kimdim, ve nerede yaşıyordum?
    cevap yoktu. cevap çoktu. ama dillendirecek güç yoktu.

    mutluluk oyunu oynanan bir akşam yemeği sonrası herkes odasına çekildi. annem geldi yatağıma oturdu. bir sigara çekti benim sigara paketimden. ilk nefesin dumanını boşluğa gönderip ekledi.

    "kansermişim. en fazla 3 ay ömrüm kalmış"

    durdu dünuya. dönen her şey yerinde kaldı. tanrı, hayali kumandasındaki "pause" tuşuna bastı. bir uğuldama hissettim. tiz bir çığlık. ruhumdaki kristal vazo yere düştü. ve her şey paramparça oldu.
    nefes alışverişim düzensizleştiğinde, bir şeyler söyleyecektim ki, annem çıktı odamdan. yine geç kalmıştım. oysa bir cümle aramıştım o boşlukta. hani gidenlere kalması gerektiğini tutarlı gösterebilecek ve kaldıracak o cümlelerden birisi.
    olmadı. bulamadım.

    gitti annem. azgın bir boğa gibi dolandım evin içerisinde. voltalar attım odamda. saatlerce. sabitim yoktu hala. uğruna ölebileceğim bir şey yoktu. çekyatı klaldırıp altındaki urganı aldım. sessiz adımlarla banyoya gittim. uyumaya başlamıştı ev halkı. güneş doğmaya yüz tutmuştu. özenli bir şekilde urganı tavanda bi yerlerde iliştirdim. ayaklarımı destekli bir yere koyup da ilmeği boynuma geçirdim. az klamıştı. tanrı'ya düello teklif edecektim on dakika sonra. tanrı'nın tanrısının götüne küfredecektim yüzüne karşı.

    "bekle" dedim tanrı'ya. "on dakikaya kalmaz yanındayım."

    bıraktım kendimi. nefesim kesilmeye başladı. canım acıyordu. hayatım bir film şeridi gibi gözlerimden geçmiyordu. ben hayattan bir film gibi geçiyordum.
    bacaklarımın arasında sıcaklık hissediyordum. bedenim, içerisindeki tüm pislikleri dışarı atıyordu. ben de ruhumu dışarı atıyordum. tanrı'ya emaneti olan ruhumu fazla hırplamadan iade etmekti amacım.
    boğazım acıyordu. canım yanıyordu. gözlerimden yaşlar geliyordu. ellerim boşlukta bir sabit arıyordu hala. sıcak bir el bulmanın derdindeydi ruhum!

    yoktu ama. hiç varolmamıştı bana uzanacak sıcak ve küçük bir el!

    dünya dönmeye başlamıştı. azrail'i görüyordum. elinde tırpanı yoktu. gülüyordu. anlamıyordum gülüşünün nedenini. ta ki boynumdaki urgan kopup da ben banyonun zeminine çakılana kadar.

    çıkan ses yüzünden banyoya ilk ve tek gelen annem oldu. gördü beni. boynumda urgan, bacaklarımın arası ıslak. gözlerim yaşlı.
    3 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük