sadece filmlerde ve romanlarda olan bir durum gibi gözükse de var böyle insanlar. yıllar önce tanımıştım bir tanesini. evi ilk terkettiğim yıl olan 98'in kış aylarından birisinde.
bir bodrum katında poker oynarken tanışmıştım kendisiyle. çok üşüdüğüm için paltosunu vermişti bana. kendi paltomun üzerine giymiştim. o gece, o bodrum katına polis baskını olduğu için, apar topar götürülmüştük karakola. nezarette yedi kişiydik. birbirimize bakıyorduk. konuşamasak da anlıyorduk. anladığımızı sanıyorduk.
güneş doğmaya yüz tuttuğunda uyudu diğer beş kişi. biz kaldık. dışarıda polisler vardı. bizi her şeyden koruyan maaşlı erdem sahipleri.
salındık dışarı. 2 saat sonra. insanlar işlerine gidiyordu. dosyalarımız ise savcılığa. hakkımızda dava açılmayacağını biliyorduk. onun için de bir çay ocağına gittik. simitlerimizi aldık. iki çay söyledik. güneşi karşımıza aldık. göğsümüze saplansın diye.
çaylarımızdan birer yudum çekip simitlerimizden birer ısırık aldığımızda ağzını açtı, yaşlı dostum;
"bir ömür benimkisi. bir kadının uğrunda harcanmış koca bir ömür. altmış yedi yıllık bir ömür. içerisinde bir kez ibadet yok. içerisinde bir kez şükretmek yok. iyilik ve kötülük adına varolan her şey var. kumar oynamak, içki içmek... kimsesiz çocuklara yardım etmek, yaşlılara yardım etmek... her şey var bu koca ömürde. fakat hiçbir zaman değişmeyen tek bir sabit var; aşk!"
susuyoruz. lokmalarımızı yutup, birer sigara yakıyoruz. ilk nefes boğazımı yakıyor. ikincisi ise nefesimizi açıyor. yaşlı dostum çayından bir udum daha içip devam ediyor;
"varlığımın veya yokluğumun bir anlamı olmalı mı bilmiyorum ama ben anlamsızlıkları yeğliyorum. sevdim. karşılık beklemeden. sevdiğim kadın benim olsun istemeden. sadece sevdim. o meleğin gölgesi gibi. bi kaç kez açıldım kendisine. açıldım dediysem, öyle ilan ı aşk değil. hafif bi tebessüm. bi kaç iltifat.
gerisi gelmedi. babası olacak domuz yüzünden başkasıyla evlendi. iki çocuğu oldu. bi oğlan bi kız. beni de evermeye çalıştı anamlar. olmadı. vicdanım el vermedi. kalbimde başka biri varken, yatağımı başkasıyla paylaşmayı onuruma yediremedim. yıllar sonra öldü kocası. meğerse akciğer kanseriymiş. bizim melek kaldı ortada. kocasının parasıyla mutlu-mesut yaşadı. kızı öğretmen oldu. oğlu ise doktor. ben de bu süre zarfında sadece yaşadım. tadıp tadabileceğim her duyguyu tattım. bıçaklandım. ihbar edildim. yoğun bakıma alındım. unuttum. unutuldum. annemi özledim. babama küfrettim... sadece yaşadım. bi kaç kez bilerek o meleğin pazar alışverişi torbalarını taşıdım. galiba tanımadı beni. bir kaç kez de bir parkın bankında oturduk. havaların serinlediğinden bahsettik. bu kışın sert geçeceğinden. ömrüm, o meleğin ömrüne endeksliydi."
susuyoruz tekrar. aslında söylenecek o kadar çok şey var ki. göğsümü yarsa birisi. o kadar çok çığlık çıkar ki. sabahın o kendine has soğukluğunda titriyorum. yaşlı dostumun gözleri gülüyor. yeni bir çay söyleyip de sigarasını küllükte düzelttiğinde gözlerimin en dibine bakıyor;
"bir gün tam beni tanıyacak gibi oldu. bilerek değiştirdim yollarımı. buluştuğumuz parka gitmedim. beraber beslediğimiz güvercinleri öksüz bıraktım. bozamamazdım bu büyüyü. tanrı böyle istiyordu. bunu bozamazdım. oysa neler bozmamıştım ki. kendi bedenimden başlayıp, koca evreni alt üst etmiştim. ama bu aşkı bozamıyordum. o yüzden de benle buluşmaya geldiği bir pazar sabahı sarhoş bir orospu çocuğu, sabahın altısında ezmiş meleğimi."
tiz bir ses duyuyorum o an karşı kaldırımda. genç bir kız çocuğu yüksek bir binanın tepesini gösteriyor. oraya bakıyoruz yaşlı dostumla. başka bir genç, aşağı atlıyor. iki saniyede bedeni çakılıyor kaldırıma.
seviniyorum masumca. insanlar, uğruna intihar edebilecekleri kutsallıklarına kavuştukları için huzur doluyor kalbime. yaşlı dostuma dönüyorum. o da mutlu. her halinden belli. kendi intiharını altmış yedi yıla sığdırdığı için mutlu. elime dokunuyor hafifçe. bu kez fısıldıyor;
"islam inancında, öldükten sonra en sık sorulacak soru şuymuş; ömrünü nerede harcadın? ben cevabımı cebimde götüreceğim öbür tarafa. ömrüm; bir meleğin, bir aşkın uğrunda heba oldu. peki ya insanlığın ömrü?"
kalkıyoruz çay ocağından. birbirimizin sırtına dokunuyoruz kalabalıklaşmaya başlayan caddede. karşı kaldırımdaki cesedi kaldırıyor sağlık ekipleri. arkamı döndüğümde yaşlı dostumu göremiyorum. paltomun yakalarını kaldırıp da hayata karıştığımda, ömrümü heba edeileceğim bir kutsallık arıyorum. ömrümü heba edebileceğim bir kadın...