güzel dilimiz türkçe.binlerce yıllık geçmişe sahip olan latince, arapça, çince ile birlikte dünyanın sayılı dillerinden biri. divân-ı lügati't-türk'de arapça'ya olan üstünlüğü bariz şekilde ortaya çıkan türkçe, kitab-ı dede korkut'ta da ne kadar kıvrak ve duru bir anlatıma sahip olduğunu ve gelecekte olacağını yüzlerce yıl öncesinden bize belli etmiştir. kavimler göçü sonrası anadolu topraklarında yoğrulan türkçemiz talas savaşı ile arapça ve farsça'nın çok büyük derecede etkisi altına girer.bu dönemde nasıl amerika süper güç olduğundan gelimemiş ülkelere kültür ve dil emperyalizmi yapıyorsa o dönemdeki arabistan'ın bilhassa emevilerin iktidarda olduğu dönemdeki politasından sonra gelen abbasi yönetimi netice türkleri islama ve arapça'ya biraz daha çok itmiş,sonuç itibariyle arapça ve farsça kompleksi baş göstermiştir.anadoluda güçlü bir yönetim kuran selçuklu devlet'inin gerek sanat gerekse mimari alanda yaptığı işler de arap kültür ve dilinin türkiye'yi dolayısıyla da türkçe'yi derinden biçimlendirdiğini söylesek herhalde yanılmış olmayız.
14.yüzyılda yeni yeni şekillenen osmanlı devleti'nde de yine gittikçe populer olan arapça ve farsça halk ve saray kesiminde büyük iletişim ayrılıklarına yol açmıştır. bu ayrılığın yine aynı dönemde bu ikili çarklar arasında sıkışırken osmanlıca diye tabir edilen çoğunlukla arapça ve farsa kelimeler, tamlamalar içeren ve ayrıca 19. ve 20. yüzyıllarda ise özellikle bilinçsiz aydınlarımızdaki fransızca sevdası yüzünden dilimize giren hatırı miktarda giren 3 dilden meydana gelen toplama bir dilin ifşa olduğunu söyleyebiliriz. tabii ki bu 3 dilin birleşimi içinde türkçe ana kaynağı oluşturur, cümle dizimleri türkçe gibidir ama türkçe kelimeler dikkate alındığında bu üç dilin ağırlıkta olduğu aşikârdır.
16. yüzyıla doğru bir imparatorluk halini alan osmalı'da ise artık türkçe'nin geçerliliğini yitirdiğini ve sadece fakir halkın konuştuğu bir dil olduğu da görülür. nitekim artık dünyada eşi benzeri görülmeyen bir olay yaşanır ve halk edebiyatı ve saray edebiyatı peyda olur.bu durumda şaşılacak asıl nokta iki edebiyatın aynı kültür ve vatan içinde bulunan insanların birbirinden apayrı bir kültür,bir şiir, bir edebiyat dolayısıyla apayrı bir türkçe oluşturmuş olmasıdır.yunus emre ve hacı bayram veli gibi üstatlarla ve karamanoğlu mehmet beyin kendi beyliğinde resmi dili türkçe ilan etmesiyle pek çok zaman türkçe ayakta tutulmaya çalışılmış ve kısa vadede başarılı olunsa da cumhuriyet ilan edilene kadar bu atılımların uzun vadede edebiyatı geliştirme ve tarihte bir ilk olma dışında işlevleri yoktur diyebiliriz.
fransız ihtilalı ve akabinde osmanlı'nın imparatorluktan çıkıp bir devletçiğe dönüşme nedeniyle türkçe'nin arapça ve farsça etkilerinden az da olsa kurtulduğunu ama bu kurtulma ona yaramamış; daha bela bir dil olan fransızcanın yıllarca bu topraklarda hüküm sürmesine yol açmıştır. bilhassa tanizmat dönemi aydınlarının bunda etkisi azımsanmayacak derecede büyüktür.fransızca kompleksi aydınlar arasında sidik yarışına yol açmış gazeteler kim daha iyi fransızca biliyor diye oluşan atışma sahalarına dönmüştür ve yine bu noktada zarar gören türkçe ve türkçe konuşan halkımızdır.
günümüz türkçesi ise atatürkün dilde sadeleşme fikiryle ortaya çıkar, tabancı tüm kelimelerin atılmasını yerine türkçe kelimeler uydurulmasını ister ve bu yeni kelimelerin kanıtlanması için güneş dil teorisini kurar.o dönemde sade türkçesiyle tanınan ve türkçenin oluşmasında büyük payı olan ismi aklıma gelmeyen onlarca aydından kimisi destekler kimisi desteklemez bu tutumu. bu noktada peyami safa ve özellikle yahya kemal'in aldığı tavır iki edebiyatçının ne kadar ileri görüşlü olduğunu ortaya koymaktadır. zira atatürk dil devrimi meselelesini ortaya attığında yahya kemal'le görüşmüş yahya kemal ise dilin kültürle iç içe olduğunu ve kültürün atılamayacağını yıllar öncesinden söylemiştir ve atatürk dil devriminde ne kadar hatalı olduğunu daha sonra yahya kemal'e itiraf etmiştir. peyami safa'nın buradaki rolu ise daima belirttiği ''dilimize yerleşmiş kelimeleri atmayalım, mesela tren, araba gibi kelimeler dilimize yerleşmiştir; dilimize girmesi muhtemel ya da yeni girmiş kelimelere karşılık bulunmalı''diyerek belki de bu yanlıştan dönülmesindeki büyük payıdır.
atatürk de hata yapabilir burda bunu kabullenmeliyiz zira her kelimenin yerine saçma sapan karşılıklar bulmanın ne kadar hatalı olduğunu yıllar sonra anlamıştır ve türk dil kurumu ve türk tarih kurumuyla bu durumu önemli ölçüde durdurmuştur.
yüzyılımızdaki türkçe ise tam oturmuş biçimdedir her ne kadar ingilizce kelimelerin tacizinden yakınsak da bu durumun tek suçlusunun tdk olduğunu düşünmekteyim. doğru düzgün teknik terim sözlüğü çıkardıklarını görmedim. mortgage'ye bile bir türkçe karşılık yıllardır bulunamıyor. en son bilindiği üzre bizim bu taraflarda ev alma kredisi denmeye başlandı ki 3 tane kelim de bir karşılık değil bir açıklama olmaktadır; türkçemiz bu kadar zayıf değildir.
netice itibariyle türk dilinin ingilizce'nin girmesiyle de önümüzdeki yüzyıllarda fransızca'dan beter bir şekilde etkilenmeden kurtarılması gerektiğine inanıyorum, umarım yetkliler bunu duyar ve harekete geçer.