Sarı yelekliler dünyaya hiçbir şey öğretmese bile şunu öğretir: Gerek politik geçmişleriyle gerek sınıf çıkarlarıyla bir araya gelmeyecek insanların, ortak düşmana karşı belirli bir eylemde bir araya gelebilmesinin önemi. Türkiye bunu sadece Haziran hareketinde yaşayabildi. Burjuvazi ve partileri bu sayede kontrolü kaybetti ve ''kaos!'' diye çığlığı bastı, ama tekrar ''düzen''i sağlayabilmesinin öncüllerinin de böyle bir geçici ittifakın zaaflarında yattığını unutmayalım. Yönetme sanatında tecrübeli burjuvazi bunu her zaman kullanır. Onu sadece devrimin amaçlarını edinmiş, kendi partisini tanıyan ve onun direktifleriyle hareket edebilen sosyalist bir işçi sınıfı ile onun peşinden sürüklenen ezilen ve sömürülen kitleler yenebilir. Siyasette de siyasetin devamı olan iç-savaşta da. Ne var ki hayat devrimci yükseliş anlarında böyle keskin sınırlar çizmiyor, yani ordular bir yerde hazır beklemiyor. Önemli olan hep daha fazla kitleye ulaşmak ve onları devrimin bilinçli saflarına, programına ve partisine katmak, yenilgiyi önemsizleştirmek, bir sonraki atılımı ''bir eylemden diğerine aktif devrimci bir hat'' çizerek hazırlamak, ölümüne savaşılacak ve tek hedefi iktidarı ele geçirmek olan saldırıyı örgütlemek. Herkes sarı yeleklilerin veya gezicilerin o anda daha güçlü bir düşmana karşı yenilebileceğini öngörebilir, ama yenilgi gelirken ve geldikten sonraki baskı ve gericilik yıllarında, şimdi Fransa'nın tersine Türkiye'de olduğu gibi, devrimci çalışmanın nasıl sürdürüleceğini, devrimin derinliğine etkisinin ve devrimci örgütlenmenin nasıl korunup geliştirileceğini, sınıf mücadelesinin yolunu vb bilmemiz ve uygulamamız gerekir. Biz yapmazsak kimse yapamaz.