bir kadını anlamayı arzulamak

entry38 galeri
    1.
  1. yazmaya başlayacağın yeri bulamıyorsan ruhundaki noksanlığa bakmalısın derdim, yüreğindeki noksanlığa... derdim diyorum çünkü noksan olmamıştı sanki daha önce ya da ben kabul edememiştim bilmiyorum. dinlerdim hep yürekli aşk öykülerini ve sezerdim noksanlıkları. sonra düşünmek kolaydır bunlar yapılmamalı demek kolaydır. bir kez hata yapınca piskoloji sabittir tekrarlamayacağına yeminler ettirmek için sabittir.
    anlatmaya başlayacağın yeri bulamıyorsan noksanlıklarına bak ve anla ki sana yol gösterebilsin. ben bu yazıya başlayacağım yeri bulduğumu sanmıyorum. ama kararını verecek te ben değilim.
    bir kadını anlamak, anlamayı arzulamak noktasındayım. anlamak diye başladım aslında ama anlamadığımı anladım. sonrasını düşündüm hep anlamıyorum ama anlamak istiyorum.

    şöyle demişti bir keresinde:
    -zeplinlerle kediler indiren cinsten biriyim.
    -anlar mısın?
    +sanmıyorum.
    +ama anlamak isterim.

    aslında anladığımı sanıyordum. ama ondan dinlemek istemiştim. onun anlatmasını istemiştim. şimdi geçen zamanda anlayamadıklarımla baş başa dakikalar tüketiyorum, saatlerle aram hiç iyi olmadı. günler tüketiyorum tarihle aram hiç iyi olmadı. onun öyküsünü yazmıştı birisi. onu anlatan derin ve sendeleyen cümlelerle. basit erkek doğasında sendeleyen cümlelerinm karmaşıklığında kendimi bulma gayretindeyim bu gün. gözden çıkaramayacağım herşeyimi almışlar gibi elimde kalan sendeleyen cümleleri çözme gayretindeyim.

    "kadınların, küçük komik acı öyküleri vardı. öyle ya peçete kolleksiyonu yapan bir cinsten ne beklenebilir ki? sizce kaç erkek bilir kadınların küçükken peçete kolleksiyonu yaptığını?"

    işe yararlık açısından bakınca bilen kaç erkek buna bir anlam yükler? bildiğim halde anlamadığım bir noktadayken peçete kolleksiyonunu yakmışken, peçete kolleksiyonu yapan kadını sevmenin anlamsızlığındayım.

    "kadın anlaşılmamış bir şaka gibi havada asılı. kadın hep, en önemli yerini unuttuğu komik bir öyküyü arar. aslında her öykü, bir terkedilmeyle başlar."

    okuduğum her cümle üzerinde düşündüğüm bir hatayı işaret ediyordu. sanki benim öyküm yeni başlıyordu. hissetmenin güvensizliğindeydim belki ama bana senin öykün yeni başlıyor diyordu. en önemli yerini unuttuğum komik hikayem yok. gerisini de unuttuğumdan olmalı...

    "gözler dehşetli bir sancıyla büyür, büyür ve sonunda patlar. bu bir yana, kıkırdak halindeki oynak kurallar, taşlaşarak etlerine kazınır...izler, izler: çirkinleşir kadınlar. 'ağlar melekler'..."

    daha sanal bir göz ile bakmalıydım. bedenin kaybolduğu noktaya daha derin ve anlamlı bakmalıydım. ruhtaki izler belki de böyle görünecekti bana. sözlerimin arasına karıştı hep. bu bir korkuydu. ben düz bir adamım dedim çünkü korktum. şimdi dediğim derin bakışı atacak zaman geldiğinde bön baktığım için.

    "kenar mahallelerin koca memeli özlü sözleri, mürekkep yalamış bütün günlerde doğrulandıkça, gülesi geliyor insanın. anlamanın gereksizliğine inandıkça insan."

    ne güzel cümleydi bu ki bana beni en pis şeklimle aynada göstermişti. öğüt gibi nasihat gibi dilden düşen her anlamsız kelimenin oluşturduğu kesif cümlelerden beslenmeyi beceremedim. dinlemedim bildiğim gibi yapmak için ben merkeziyetçiliğimi kabullenmediğim için. bencillik suyuna bandığım ekmekten yedim lezzeti böyle keşfettim. ve sonunda vardığım noktada kısa sendeleyen cümlelerin karşısında bandırdığım her lokma ekmeğin yüzümdeki çirkin yansımasını gördüm.

    "ellerimi cemime sokmalıyım bazen. cepsiz şeylere dayanamam. insan ellerini nereye koyacağını şaşırıyor. şaşırdıkça ellerimiz çoğalır."

    anladığımı ve anlatamadığımı sıralasam yan yana anlatamadıklarım çok yüksekte kalır anladıklarımın yanında. şimdi ellerimi koyacak yerim yok, ruhum hasta dokunduğum yer acıyor. ellerini koyacak yer bulamayan birisine acı çektirdin mi hiç? bunun azabı çok büyük gel bana sor. azap meleği bile üzülür ama hiç çekinmez azap verirken biliyor musun neden? ellerini koyacak yeri olmayana acı çektirme derecesinde bir azap daha bulamadığından.

    "çaylar getiriyorum ona, çaylar dökülüyor. çaylar döküldükçe ellerim çoğalıyor, ellerim çoğaldıkça yastıklar ıslanıyor. ceplerimde tek kişilik sinema biletleri. demek bütün kedileri öldürdük, bütün çaylar döküldü demek."

    bir öyküyü anlatabilmenin yolu iki sendeleyen cümleyi birleştirmekti benim için. bugün geldiğim yere bakınca bana şu cümle çok cana yakın geldi. şimdi durup olup biten herşeyi isnat edebilirim ama sanırım artık sendeleyen cümlelere ayıp edemem.

    "sence de bugün, düne göre daha suskun değil miyim? gün geçtikçe."
    "nylon kadar hüzünlü kadın, kemancısını, kentin ıssız sokaklarından birinde, onca nylonun arasında yitirmişti.

    bu gün anlatmak istediklerimi anlayamadığım sendeleyen cümlelerin kardeşliğinde ifade edebilme yolunu aradım. kendi sendeleyen cümlelerim bana fısıldadı. sevgiyi anlatmak bu kadar zor olmazdı sanırım anlattığım herneyse düşünmek çok yorucuyken anlatabilmek çok güzeldi.

    tırnak içindeki yazılar ece temelkurandan alıntıdır.
    15 ...