cümleleri bağlayabilir miyim, çok sevdiğim kardeşimin beğendiği entrylerden birini yaratabilir miyim bilmiyorum ama yazıyorum işte..
ajitasyon kelimesini de diğer kelimeler gibi büyüdükçe öğrendim.. hayat öyküsü acıklı olursa okunur düşüncesine dalmak değil amacım ama şu anda dinlediğim şarkının da etkisiyle * kısa bi özet geçmeyi yeğledim.. sadece futbol konusunda güzel şeyler yazabilen adamdan farklı bi deneme anlıcağın sözlükçü.. ama ben burayı seviyorum ve bulunmaya da devam edicem..
kaybetmek 9 harfli bi fiil ya, aslında çok hafif gibi görünen ağır bi yük.. büyüdükçe anlıyosun ne denli ağır geldiğini.. kaybettikçe farkına varıyosun kaybetmenin kaderin olduğunu..
84'te evlenmiş bizimkiler.. şaka maka 24 sene olmuş.. e rahat durmamışlar tabi, koyulmuşlar icraata.. * bi sene sonra gelmişim dünyaya.. 4 aylık mıyım neyim, valide çalıştığı için babaanneye yollamışlar beni bakması için.. hafızayı kullanmaya başladığım günlerde önümde oturan annem değildi.. şimdi bana cennetten bakan babaannemdi.. onu da çok severim ama yine de annemi görmeyi yeğlerdim..
haftada sadece 1 gün gelirlerdi.. bikaç saat kalır geri dönerlerdi.. annem kinder yumurtadan getirirdi bana, babamsa oyuncak kamyon.. haksızlık etmiyorum oyuncağım çoktu ama okula başladığım yıla kadar annemle babam yoktu.. o günlerde anlamaya başlasaydım eğer hayat denen şeyin ne kadar ibne olduğunu hazırlık yapardım.. böylesine dımdızlak kalmazdım..
hayata ve okula başladığım ilk bikaç yıl pek problem yoktu.. gene çok şiddetli kavga ederlerdi ama ufaktım, anlamazdım.. babam seri küfürler ederdi, annemse ağlardı.. ben hayat bilgisi çalışırdım aslında çoktan bilgilenmeye başladığım hayat konusunda.. kahve içtikten sonraki boğaz kuruluğu gibi.. boktan bişey şu hayat..
92'de şimdi içimdeki umudun tek sebebi olan şey geldi dünyaya.. ufacıktı.. annem camdan gösteriyodu.. hastane çok yüksekti, sadece annemin kucağındaki ufacık şeyi görüyodum.. o ufaklığı evine getirmek için bindiğim kamyonette yer olmadığı için kasada eve dönerken anlamsız anlamsız gülümsüyodum.. sonra bi komşudan duydum.. ''abi'' olmuştum.. yalnızlık azalmış mıydı ne?
onunla birlikte ben de büyüyodum evdeki ardı arkası kesilmeyen kavgalarla.. şiddeti her geçen gün artıyodu geçimsizliğin uzayan boyumla ve geçen senelerle doğru orantılı olarak.. ama pazar geceleri izlediğim bikaç filmden duymuştum.. hayat güzeldi.. umut da öyle..
altay'da top oynamaya başladım.. zıpkın gibi bişeyim.. sağ açık da oynardım sol açık da.. hoca da severdi beni.. ''insanlar iyiler galiba'' derdim.. ama benim yerime toyota arabasıyla, babasının taşıdığı çantasıyla inen çocuk takımda oynamaya başladığında ''insanlar hayata çok uyuyolar, hiç baş kaldırmıyolar'' diye düşünmüştüm.. hayat gibi onlar da ibneydi.. kaybetmeye devam ediyodum babam çantamı taşımadığı, torpil yaptırmadığı için..
lisede ilk defa aşık oldum.. 20 eylül 2002.. yemek yiyemez, sürekli hayal kurar, kızımızın ismini düşünür, okulu ben açardım.. sabahın köründe okula girer, onun sınıfının karşısında nöbet tutardım.. yanağında üç tane ben vardı şimdilerde hatırlayabilidiğim.. bi de ''senden sıkıldım artık!'' deyişi.. hayatı o'nu sevdiğim kadar sevmemiştim.. ama o da beni bırakmıştı.. sıkıyo muydum insanları ne?
4 kere üniversite sınavına girdim.. 4 kere de yds'ye.. ilk yıl hazırlanmak için dersaneye gittim.. sene 2004.. bizim sınıfın karşısında bizden daha akıllıların olduğu üçüncü sınıf vardı.. ben ise beşinci sınıftaydım.. lan o kız bana bakar mıydı hiç? o üçte ben beşteydim.. rakam olarak büyük, değer olarak küçüktüm.. hayat inancımla birlikte özgüvenimi de almıştı.. kızın adı ayça'ydı.. çok güzel, simsiyah gözleri vardı.. tam aşık olunacaklardandı.. ama yapamadım..
bi yıl sonra otobüs durağında karşılaştık.. bana bakmayacağını düşündüğüm dersanedeki o kız bana aşıktı.. bir yıl boyunca beni beklemiş, hayatına kimseyi sokmamıştı.. üzerinde beyaz bi tişört, altında siyah bi etek, ayaklarında beyaz spor ayakkabılar vardı.. ''dalga geçme, benim neyime aşık oldun?'' dedim.. ''sessizliğine'' dedi.. inanmadım.. doğruymuş.. o kadar güzel susmuşum ki ayça bana aşık olmuştu.. aynaya baktım, gözlerimin kenarındaki yaşı sildim.. ''beni bırak ayça.'' dedim.. gözümün kenarındaki yaş onun yanağına değmesindi! çok güzel, simsiyah gözleri vardı.. tam aşık olunacaklardandı.. yapamadım..
yıl 2008.. liseden bi kız arkadaşım msn'den eklemiş.. sanırım kardeşim gibi sevdiğim arkadaşımdan almış adresimi.. lisedeyken yüzüne bakmazlardı.. ama pek bi güzelleşmişti.. gece kadar güzel kadınlar vardır ya hani, onlar gibi olmuştu ya da ben öyle hissetmiştim.. zira çok uzun zamandır hislerimi kullanmıyodum.. beni defalarca şarampolden yuvarlamışlardı.. yine aynısı olmasından korktum.. ama korksam da sanırım ondan hoşlanıyodum.. hayata ibne dediğim için kısa bi lahza kendisinden özür diledim.. aşk diye bi şey var mıydı acaba hakikaten?
o da benim gibi bombok bi ilişkiden çıkmıştı.. çok yorgundu.. ama öyle güzel söylüyodu ki ismimi aşık olmasaydım ahmaklıkla suçlanırdım.. hoşlanmaya başlamıştım.. sanki iç organlarımın çalıştığını hissediyodum.. adrenalin, endorfin.. salgılanmaya başlamışlardı.. hem belli mi olurdu? belki kızımın annesi olma sıfatına o layıktı.. hayat sanıldığı kadar da ibne değildi.. inanmaya başlamıştım beni yıllar önce terkeden özgüvenim şaha kalktığı günlerde.. yaşamak ne güzel şeydi..
aynı yıl.. sabah 07:35.. telefon çaldı.. hoşlandığım kız arıyodu.. hıçkırarak ağlamaktan konuşamıyodu.. intihardan bahsediyodu.. çok korkmuştum.. o benim hayalimdi.. zaten hayallerim çok çabuk kırılıyodu.. onun da kırılmasına izin mi vericektim? savaşmayı öğrettim.. mücadele etmeyi.. yeniden sevmeyi.. ayağa kaldırdım hayatına son vermek isteyen bi insanı.. iyiden iyiye sevgili moduna girmiştik sanki.. resmen aşık oluyodum.. sanki onda da bişiler vardı.. umutlanıyodum..
içine sıçtığımın teknolojisi hayatıma giren insanlarla aynı oranda düzmekteydi hayatımı.. mavi windows xp temasının yer aldığı masaüstüne msn messenger'ı açtım.. hoşlandığım kız da ordaydı.. içim kıpırdandı.. sevindim.. bişiler yazmak için sayfasını açtım.. uzun boylu, endamlı biriyle kolkola resimlerini gördüm.. yeniden sevmeyi öğrettiğim o kız bunu başarıyla uygulamıştı.. ama denek ben değildim.. sadece ''bu kim?'' dedim, ''ben seni arkadaşım olarak gördüm!'' cümlesini seçebildim kurduğu onca boş cümlenin içinden.. ibne dediğim için özür dilediğim hayattan dilediğim özürü geri aldım.. kaybetmek çok ağır bi yüktü.. gene anladım..
bugün.. saat 22:35 civarları.. kuzenim, eşi ve biricik kızları bizdeydi.. çay içerken 3 yaşındaki lösemi hastası torununu hastaneye götüren bi amcayı anlattı kuzenim.. gözümün kenarında yaş belirmedi, duygularımı ise yıllar önce kaybetmiştim.. ama bi an o hasta çocuk gözümün önüne geldi.. ağzında maskesiyle hayal ettim.. ''şimdi bu hayat ibne değil de ne ha?!'' dedim.. ''ne yaptı lan o çocuk sana da ona böyle ibnece davrandın?!'' diye sessiz bi çığlık attım.. duyuldu mu, bilmiyorum..
pek inançlı biri değilim.. bundan sonra da kaybettiklerimi geri kazanbilir miyim, emin değilim.. ama komşumuzun ufak kızlarının o iri, parlak, kahverengi gözlerine bakarken de, kardeşimin kahkaha attığı sırada parlayan gözlerini görürken de, 25 yıldır türlü maddi - manevi sorunla boğuşmuş, babam ve nispeten benim gibi bi adama katlanmış, aslında umudunu kaybetmesi gereken ilk insan olması gerekirken her gece aksatmadan elinde tuttuğu kağıttan inanılmaz bi umut ve inançla duasını eden annemi izlerken de aynı şeyi söyledim durdum.. belki bu duyulur diye umdum.. ve hala da ummaya devam ediyorum..
''ne olur üzme kendini, güneş habercisi geceler...''