otostop

entry102 galeri video1 ses1
    90.
  1. "Varlığın dilimde bir yudum su
    Sevda çöllerinde
    Hayalin, serabın yeterdi bana
    Sevda zindanlarında
    Yeter ki sen sev beni
    Yeter ki inan bana."

    ---

    "Shine bright like a diamond
    Shine bright like a diamond
    Find light in the beautiful sea
    i choose to be happy..."

    Şu müzik listemi düzenlesem iyi olacak. Fikret Kızılok'tan sonra Rihanna çalmasını Tanrılar da beklemezdi sanırım; ama onlar bu duruma alışkın olmalı. Çünkü az önce David Bowie'den sonra Selda Bağcan çalıyordu kulaklarımda. Üniversite yıllarımda da çok kez yaşamıştım müziğin verdiği bu anlık ruhsal değişimleri. Bazı geceler arkadaşlarla evde toplanıp içerken herkes sırayla bir şarkı açardı. Bunaltıcı, melankolik bir hava, bir anda ritmik dansa dönüşürdü. Mevsim geçişlerine benzetirdim bu olayı. Birkaç saat içinde tüm mevsimleri yaşamış olmanın verdiği mutluluk, yerleşirdi yüzlerimize. Aslında değişen sadece müzik ve mevsimler değildi; her birimiz, tüm varlığımızla değişiyorduk.

    Değişmek, değişim, anlık, beklenmedik, dönüşmek, mevsimler, mevsimler, mevsimler... Kendi kendime bu kelimeleri mırıldanırken bir anda otostop çekerken buldum kendimi. Oysa ben her sabah yaptığım gibi bir süre koşup eve dönecektim. Bu "beklenmedik" hareketimin beni nerelere götüreceğini merak ettim ve bir başka mevsime geçişimin o heyecanlı tadını almaya başladım. Bir yandan Ankara'da yaşadığım otostop anılarım geçiyordu gözlerimin önünden. Artık enerjimi otostop için kullanmaya başladım.

    Volvo S60: Arabada sadece sürücü var. Erkek. Hızını bile düşürmedi. Arı gibi geçti gitti. Zaten bu arabanın bu güzel geçişini izlemek, bana durmasından daha önemli ve daha güzeldi.

    Fiat Palio: Arabada sadece sürücü var. Kadın. Ben yol kenarında hiç yokmuşum gibi yoluna devam etti. Haklı tabii. Bir kadın olsam ben de durup almazdım kendimi.

    Lada Samara: Ooo en sevdiğim araba. Arabada orta yaşlı iki erkek var. Beni görünce yavaşladı ama durmadı. Sürücü, "Aslında alırdık seni ama az ilerdeki fabrikaya gidiyoruz." dedi. Ben onu duyabilmek için arabanın hemen yanında koşaradım ilerliyordum. "Lan az ileri gidiyorsan neden yavaşlayıp beni heyecanlandırıyorsun yavşak oğlu yavşak." dedim. Tabii içimden dedim. Sanırım benimle dalga geçti piçler. Tükürdüm arkalarından.

    Opel Astra: Arabada iki tane yaşlı kadın var. Başlarını sallayıp gülümsediler bana. Başımı sallayıp gülümsedim onlara. Gittiler.

    Peugeot 206: Evet ! Durdu. Hemen eşofmanımı belime kadar kaldırıp koştum. Çarpışan arabalara binmeye hazırlanan bir çocuğun yaşadığı heyecan kadar mutluydum. (Umarım çarpışan arabaya binmemişimdir.)

    "Merhaba, ne tarafa gidiyorsunuz?"
    "Didim'e gideceğiz."
    "Gerçekten mi? Çok severim Didim'i."
    "Siz nereye gidiyorsunuz?"
    "Didim'e. Çok sevdiğim Didim'e."

    Evli olduklarını konuşmalarından anladığım şık giyimli bir çift vardı arabada. Yaşları 45-50 arasında olmalıydı. Birkaç dakika birbiriyle konuştuktan sonra benimle tanıştılar. Didim'e ne için gittiğimi sordular. Ben de gezmek için gittiğimi söyledim. Oraya kısa bir iş için gittiklerini, eğer istersem ertesi gün onlarla birlikte izmir'e dönebileceğimi söylediler. Bu güzel oldu tabii. Sevinçle kabul ettim.

    Yol boyunca ben anlattım, onlar dinledi. O kadar güzel dinliyorlardı ki yeryüzündeki tüm sözcükleri toplayıp yeni yeni cümleler kurmak istedim. Sadece şu anki hayatımı değil; düşlerimi, düşüncelerimi, anlarımı, anılarımı, gerçekleşmesi zor ama mümkün olan hayallerimi de anlattım.

    Didim'e varmıştık. Bu ilçenin kendine özgü duruşu, sıcaklığı ve samimiyeti çekiyordu beni. Hava çok güzeldi ve o çok sevdiğim serçe sesleri kaplıyordu varlığımı.

    "istersen bizimle kalabilirsin." dediler. Bu teklifi de geri çeviremezdim. Tüm yüzsüzlüğüme rağmen utana sıkıla kabul ettim. içimden "Böyle giderse bir sonraki aşamada beni evlatlık olarak alacaklar ve ben bunu da kabul edeceğim." dedim. Güldüm. Onlar da içtenlikle gülümsediler.

    Bir otele geçtik. Sezon bittiği için çok az insan vardı otelde. Benim için ayrılan odaya yerleştim. Yerleştim diyorum ama üzerimde sadece cep telefonum ve kulaklığım vardı. Cüzdan, banka kartı, para yoktu. Onlar işlerini halletmek için çıktılar. Ben de otelin kedileriyle arkadaş oldum. Akşam üzeri geldiler ve yemek yedik. Sonra adam, sinemaya gidelim dedi. Eşiyle film konusunda anlaşamayınca bana sordular. "Bohemian Rhapsody olabilir." dedim. Gittik, izledik. Film gerçekten harikaydı. Uzun zamandır beklediğim filmi heyecanla izledim. Freddie Mercury'nin hayatını bilsem de sanki hiçbir şey bilmiyormuşum gibi birçok ayrıntı yakaladım. Çekimler ve oyuncular zaten inanılmaz.

    Gece otele dönüp biraz bira, biraz şarap içtik. Uzun uzun sohbet ettik. Sabah serçe sesleriyle uyandım. Kahvaltıdan sonra atladık arabaya. Yol boyunca yine ben anlattım, onlar dinledi. Bizim bölgeye yaklaşınca ineceğim yeri sordular. "Beni aldığınız yere bırakırsanız çok sevinirim, koşmaya kaldığım yerden devam edeceğim." dedim, gülüştüler.

    Arabadan inince tekrar koşmaya başladım. Birkaç dakika koştuktan sonra durdum. Neler oluyordu? Öyle tuhaf hissettim ki sanki bütün bunları gerçekte değil de hayalimde yaşamış gibiydim. Otelde t-shirtüme dökülen şarap lekesini görünce aradan tam 1 gün geçtiğini anladım.

    "Sen hep kendine önlemler aldın
    Ben kendime yasaklar koydum
    Önümüzde barajlar var
    Bu su hiç durmaz
    Bu su hiç durmaz."

    ---

    "All i want to say is that
    They don't really care about us..."

    Şu müzik listemi düzenlesem iyi olacak.
    0 ...