galatasaray avrupa da fırtına gibi esiyor, dört büyük avrupa liginin en flaş takımlarını, top göstermeden aldığı galibiyetlerle tek tek dize getiriyorken ben, futbol fanatizminin en hararetli yaşandığı çağımda, geneli (bu da hayret verici bi noktadır benim için; ülkede tüm gazeteler tirajlarını, televizyonlar reytinglerini fenerbahçe yle artırmaya çalışırken, demek ki bana fenerli populasyonun düşük olduğu bi sınıf denk gelmişti. buna da mukadderat diyelim yine biz.) gassaraylı olan bi sınıfta, gayet acımasız bi liseli topluluğuyla kıyasıya mücadele ettim terimin son damlasına kadar; elimde hiçbi koz bırakmamasına rağmen fenerin.
her fenerli gibi ben de bi gün takımımı aynı güvenle, gururla seyredebilmeyi arzular; bana yaşatacağı muvazi zaferler için, bi daha şampiyon olmamasını görmeye dahi razı idim. aradan yıllar geçmiş, o devir helecan ve coşkusu kalmamasına rağmen bünyede, içten içe varolmayan bir anın, yaşanmışlığın özlemi varlığını idamedeydi kalbimde. geçmişte ne badirelerini görmüş, ne rezil kepaze hallere düşmüş olduğu günlerini bilen ben, son beş senesini takdir ve ümitle izlemeye devam etmekteydim takımın; behemehal izlerken, gönlümün ve aklımın bir köşesinde yine beklenen zaferin buruk özlemi, ve bazı bazı hiç gelemeyebileceği, belki bu mesud anları yaşayamadan terk-i diyar edebileceğim fikri buruk bi tat bırakmaktaydı bünyede. demek ki çektiğimiz çileler ve çocuk yaşta yüklendiğimiz ağır yük, sonsuz merhameti ve bağışlaması olan yüce yaradan katında kıymet-i harbiyesi olduğu üzere gözetilmiş ki, beklediğim(iz) saadet anları çok geçmeden geliverdi.
bir fenerbahçe yöneticisi, bir öğrenci evinin külli fenerli mensupları olarak, hergün ayrı bir heyacan ve beklentiyle kendimizi darıdünyanın en şahane teknik adamlarının gururunu yaşamaya hazırlarken, türk matbuatının önünde: "fenerbahçe nin hocası zico dur" demiş, ben ve ev ahalisiyle birlikte tüm fenerbahçe ve hatta tüm ülke insanını hayret ve derin düşünceler içine sevketmişti. yalnız sonrası, hayatta bu gibi yaşanmışlıkların, kendi zeminini böyle beklenmediği vakalar üzerine kurduğu düşüncesini edinmek durumunda bırakacaktı naçiz havsalamı. takım tarihinin en güzel topunu oynamakta; değil türkiye de, garp üzerinde karşısına çıkan, benim diyen ekibi silip süpürmekte; yavaş yavaş gönlümün kıyısında köşesinde, kendi sükut halinde yer etmiş hevesin ağırlığını hissetmeme müsebbip olmaktaydı.
o senelerden beri hasretle beklediğim(iz) zaferler peş peşe gelecek, gönül yıllarca çektiği susuzluğunu gidermişcesine ferahlayacak; zihnim, yaşadığı her an dolayısıyle yüce yaradanın varlığına vakıf olacak, O na şükürlerini sunmakta bir an olsun duraksamayacaktı. yaşanan mutluluğun tarifini anlatmya kalkmak sayfalarca yazıya ve yazının yüzüne bakılmamasına sebep olacak, o yüzden kısa kesiyor, bugünkü ahval ve şeraite parmak basıyorum; kaldı ki yaşayan, bilen bilir elbet, tarife ne hacet.
benim için, bana bu mutluluğu yaşatmış bu takımın elbet görecek müsamahası var tarafımca; bugün tek kelime eleştiri getiremem, ama herşeyin belli sınırı var elbet. burdaki hata kanaatimce sadece ve sadece aziz yıldırım dadır, kaldı ki onu da bugün bu denli ağır eleştirmek yanlış olur kanaatindeyim; iki sene önce nasıl herkese "rağmen" kalarak, tarihinin en başarılı antrenörünü getirmiştir, bugün de yanlış bir tercihle anterönürünü değiştirme yoluna gitmiştir. burada eleştiri, önünde galatasaray-lucescu, beşiktaş-lucescu gibi apaçık örnekler dururken aynı hataya düşmesine getirilebilir. bu iki kulübün de, tarihlerindeki en başarılı hocalarını göndermeleri başlarına ne felaketler getirdi görmekteyiz. şimdi hal böyleyken, milyar dolarlık holdingleri idaresinde bulunduran, hamleleri çokca düşünerek yapması muhtemel birinin böyle bi hataya düşmesinin, kendisinin de kapıldığı zafer rehavetinden kaynaklandığı, pek tabi yanlış bir karar verebilceği sonucunu getirebiliriz.
bundan sonra olacak: başkan, tarihinde verdiği en doğru kararı suretinde bi hoca değişikliği daha yapacak; bize de bu takımın, oynayabileceğini defalarca gösterdiği muhteşem futbolu beklemek düşecek.