Canım, dün sabah uyandığımda tarih 19 Ocak Pazartesiydi. Yani senden ayrılalı tamı tamına on gün olmuştu. On gün... Sesini duymadığım, teninin kokusunu hissetmediğim, sensiz geçen tam on koca gün! Sabah kalkıp doğruca hani seninle saatlerce oturduğumuz, Beşiktaş'taki iskelenin yanındaki o parka gittim. Bir banka oturup ilk defa tek başıma denizi seyrettim. Tek başıma poğaça yedim. Dalgalı denizi seyrederken sürekli seni, geçen mutlu günlerimizi, nasıl olup ta bu görkemli ilişkiyi bitirdiğimizi, nerede yanlış yaptığımı düşündüm. Denize bakarkenbir ara dalmışım, ''Ulan hayatta Ankara'da yaşayamam, o ne kupkuru şehir,memur kenti'' diye içimden geçirdim. Ama sonra emen vazgeçip tekrar seni ve geçmiş günleri düşündüm.
Ben, bu ve bunun gibi düşüncelere dalmışken birden arkamdan yaklaşan iki yumuşacık pamuk gibi el gözlerimi kapadı ve o bildik soruyu sordu: ''Bil bakalım ben kimim?'' Sesinden tanımıştım, zaten hep zor anlarımda gelir dertlerimi dinlerdi. ''Lütfen şaka kaldıracak durumda değilim, gel otur şuraya.'' dedim, oturdu. Evet senin de tahmin ettiğin gibi bu kişi üniversiteden arkadaşım Ercan'dan başkası değildi. ''Abi ellerine n'aptın, gadın eli gibi olmuş.'' dedim. Sabah çıkarken elim çatlamasın diye bizim hanımın kremini sürdüm. Nütricina el kremi, Norveçli balıkçıların da tercihiymiş'' dedi. Bunun üzerine bir iki saat Norveçli balıkçılar üzerine tartıştık ve en sonunda ''Allah düşmanımı Norveç'te balıkçı etmesin'' sonucunu çıkardık bu tartışmadan. Sonra ansızın seni sordu, ''Ayrıldık'' dedim. ''Abooo!'' dedi. ''Dur bu konu burada, parkta konuşulmaz, şurada Kazan Birahanesi var, oraya gidelim'' dedi. ''Aman Ercanım, bilirsin ben içki içmem'' dedim. ''Oğlum, sen kola içersin, gel'' dedi, gittim, gittik. Ben anlattım Ercan dinledi. ''Boş ver, sana kız mı yok, başkasını bulursun'' dedi. Böyle seni bir kalemde silip atmamı istemesi üzerine tiksindim Ercan'dan, ama sözlerinden etkilenmiş gibi yaptım. ''Heee, haklısın'' dedim.
Neyse uzatmayayım, saat 22:30 gibi garson ''kapatıyoruz'' dedi, hesabı getirdi. ''Dur abi, sen hiç dokunma ben öderim'' dedim. Ercan ''Olur mu öyle şey, ben ödiycem'' dedi. ''Abi bak konuşmam bir daha ben ödiycem'' dedim. ''Tamam öde'' dedi. içimden ''Vay ancuk, insan bi kere daha ısrar eder, o ısrara endekslemiştim mali durumumu'' diye usulca geçirdim... Çıktık birahaneden, ''Off, bu saatte de nerede otobüs bulucam'' dedim. ''Puff, hiç te eve canım gitmek istemiyo'' dedim. Sağ olsun, ''Abi istersen bizde kal, salonda yatrsın'' dedi. Gittik eve. Ama aşkım biliyo musun, Nagihan Ercan'la evlendikten sonra çok değişmiş. Böyle bana karşı bir acaip anlamsız tavırlar falan yapmalar, sorduğum sorulara ''Off nerden bileyim ben yaa, Allah Allah yaa, mallah Allah yaa!'' diye bir kendini beğenmiş cevap vermeler, sorma gitsin. Nagihan yüzünden muhabbetten zerre kadar tat alamadım. inanır mısın bir ara ''Ulan bana ne surat yapıyorsun, bu tırto Ercan'la evlen diye sana ben mi dedim?'' diye haykıracaktım suratına ama kendimi zor tuttum. Zira arada Ercan vardı. Bir vakit Nagihan mutfağa gittiğinde Ercan'a ''Kanka, boşa bu kadını da senle şöyle eski günlerdeki gibi takılalım, eve çıkaraız ehehehe'' dedim. Hemen konuyu değiştirdi. ''Geç oldu'' dedi. ''Biz yatıcaz, sen de yat'' dedi. Gittiler yattılar. içeriden konuşmalarını duydum. Nagihan'ın tam olarak ne söylediğini anlamadım ama Ercan'ın ''Yaa yarım ağızla çağırdım, ben nerden bileyim geleceğini'' dediğini duydum. Ve usulca çıktım riya yuvası olmuş o evden, vurdum kendimi sokaklara.
Üç gün sonra yine üniversitedenEngin'le karşılaştık. Ercan'ı sordu, ''Yaa bırak Allah aşkına'' deyip biraz kötüledim ercanı. Sonra ''hayırdır durgunsun sen?'' diye sordu Engin. ''Şuarada Kazan Birahanesi var, gidelim mi?'' dedim. Gittim, gittik...
Sonuç olarak çiçeğim, sana söyleyeceğim şu:dön artık, dayanamıyorum sensizliğe. Dön bana, beni muhattap etme şu adamlarla. Yok Ercan'mış, yok Engin'miş. Yemişim Ercan'ı, Ercan kim aşkım, Ercan kim? Söyle Allah aşkına
umut sarıkaya..