ilk aklıma gelen şeyleri birkaç başlıkta inceleyecek olursak;
Tüketim alışkanlıkları:
Almanların emtia alanında moda algısı yok. Birşey çalışıyorsa Halen daha kullanılabilir diyorlar özetle. En son çıkan cep telefonu, araba gibi şeylere koşmuyorlar. Bu hayatlarının her alanında böyle. Halen daha evlerinde dijital elektrik saatleri yok mesela. Bunu bir eksiklik olarak görmüyorlar. Çok zengin bir adam 91 model mercedese binebiliyor.
Sessizlik:
Can sıkıcı derecede bir sessizlik var. Gürültü yapmıyorlar. Oturduğum apartmanda 8 aile yaşıyor. Televizyon sesi, çocuk sesi, çamaşır makinesi, süpürge sesi bile yok. Eve çok yakın bir yerden tren geçiyor. O bile sessiz lan.
Bisiklet:
Dün yürümeyi öğrenen çocuk anasının peşinden bisikletle gidiyor bildiğin. Şehir içinde genellikle her yere bisikletle gidiyorlar. Bisikletin mutlak geçiş üstünlüğü var. Araba ile giderken Özellikle sağa dönüşlerde kaldırıma paralel Giden bisiklete çarpmamak için çok aşırı dikkat ediyorlar.
işyerine yemek götürme:
Türkiye’de olsa çoğu yerde dalga geçerler lan fakir diye. Ama dur. Çok şık ve gerçekten iyi kazanan kimseler bile öğle aralarında çıkarıyor sefer tasını yumuluyor. Pattis var yen mi diyorlar. Öyle de bonkör canını yediim.
Şehirlerin peyzajı:
Her yer aynı. Tepesi gövermiş bir kilisenin etrafına kurulu şehir. Dik çatılı kırmızı tuğlalı evler. Şehirlerarası yollarda yolun iki tarafının hep ağaç olması filan hep aynı. Yani diğer şehirlerini gezmesen bile o kadar da birşey kaybetmezsin.
Alışveriş kültürü:
Birşey almak için gerçekten indirime girmesini bekliyorlar. indirimler öyle göstermelik değil. işin komik yanı birşeyin indirime girip girmeyeceğini kasiyere sorduğunuzda söylüyor. Bu kadar dürüstlüğe ben bile alışkın değilim.
Bira:
Birayı alkol olarak görmüyorlar sanırım. Hemen her yerde içiyorlar. Çoğu işletme pet bardakta bile satıyor. insanların kamuya açık alanlarda, yürürken, otobüs beklerken filan bira içmesi çok sıradan bir olay. Biraları çok güzel. Ancak topluluk içinde içmeye alışkın olmadığımdan içemiyorum. Sıkıntı bende Yani. O mahalle baskısı algısından kurtulamadım henüz.
Lokanta/yeme içme:
Kendi geleneksel yemekleri antin kuntin patatesli şeyler. Yabancı lokantalar olarak Asya, Arap, italyan ve Türk lokantaları var. Asya yemekleri damak zevkime uymadığından hiç denemedim. Zaten dönerciler hariç alayı teneke. Almanlar Türk yemeklerini çok seviyor. Bulunduğum yerde Türk bir dönerci karşısındaki mc donaldsı iflas ettirdi diyeyim gerisini siz düşünün.
Geri dönüşüm;
Bu olaya takmış durumdalar. Çöpleri atarken kağıt, plastik, yemek artığı, cam filan hepsini ayrı ayrı atıyolar. Musluk suyu bile kullanılan suyun tekrar arıtılmış hali. Almanlar kesinlikle temiz olduğunu, içilebileceğini söylese bile içmeyi düşünmüyorum.
Randevu/termin:
Randevusuz birşey yapmak mümkün değil. Beni araya sıkıştırsan olma mı bilader durumunu yemiyorlar. Kibarca nein diyor kesip atıyor.
insanlara yardım etme hastalığı:
Bu gurbet elde ilk gün evin yolunu kaybettim. Telefonun şarjı bitti navigasyona da bakamıyorum. Her sokak birbirine benziyor 33 yaşında adamım çaresizlikten neredeyse ağlıycam amk. Gözümü kararttım bi eczaneye daldım. Sorry... how can i go to blablastra6e dedim. 10-15 kadar kişi beni evime götürmek için seferber oldu lan. Yardım etmek Kanuni bir zorunlulukmuş. Bizde olsa adamın götünü keserler böbreklerini çalarlar amk.
insanların cinsel tercihleri:
Beyler lafı dolandırmadan söyliycem. ibnelik çok yaygın. Hatta yaşlı Almanların dışarıdan bakınca cinsiyetini algılamak çok zor. Bu durumdan dolayı insanlara hitap ederken birkaç kere pot kırdım. Siklemediler pek tabi gülüp geçtiler. insanların ibne, gay filan olması sosyal hayatlarını etkilemiyor. Kamuda rahatlıkla çalışabiliyor. Çok güzel iki kadın hafif çakırkeyf sarmaş dolaş yürürken bu güzellik nasıl sevici olur diye ağlayası geliyor insanın. Alışamadım.