felsefe, benim sözcükten anladığım şekliyle, teoloji ile bilim arasında bir şeydir. teoloji gibi, hangi kesin bilginin şimdiye kadar aslı öğrenilemez olduğuna ilişkin konularda spekülasyonlardan oluşur ama bilim gibi, geleneğin ya da vahyin otoritesine değil, daha çok insan aklına başvurur. o yüzden benim de ileri sürdüğüm üzere, her kesin bilgi bilime aittir; kesin bilgiyi aşan şeylerle ilgili tüm dogmalar teolojiye aittir. ama teoloji ile bilim arasında, her iki tarafın saldırısına maruz kalan bir tarafsız bölge vardır, bu tarafsız bölge felsefedir. spekülatif zihinlerin en fazla ilgisini çeken soruların neredeyse tümü, bilimin yanıt veremediği türden sorulardır ve teologların kendinden emin yanıtları, artık önceki yüzyıllarda olduğu kadar inandırıcı görünmüyorlar. dünya zihin ve maddeye mi bölünmüştür ve öyleyse, zihin nedir, madde nedir? zihin maddeye mi bağlıdır yoksa bağımsız güçlere mi sahiptir? evrenin bir birliği ya da amacı var mıdır? bazı hedeflere doğru mu evriliyor? gerçekten doğanın yasaları var mı yoksa yalnızca doğuştan düzen aşkımızdan ötürü onların olduğuna mı inanırız? insan, astronoma göründüğü gibi, küçük ve önemsiz bir gezegenin üzerinde güçsüz bir biçimde sürünen ufacık bir katışık karbon ve su topağı mıdır yoksa hamlet'e göründüğü gibi midir? aynı anda ikisi de olabilir mi? soylu ve adi olan yaşam tarzları beyhude midir? soylu olan bir yaşam tarzı varsa bu yaşam tarzı neye dayanır ve ona nasıl ulaşırız? iyi olan değer verilmeyi hak etmek için öncesiz-sonrasız mı olmalı yoksa evren karşı konulmaz bir biçimde ölüme doğru gitse bile iyinin peşinde koşmaya değer mi? bilgelik diye bir şey var mıdır yoksa öyle görünen şey ahmaklığın düzeltilmiş son hali midir? bu tür sorulara laboratuarlarda yanıt bulunamaz. teologlar çok kesin yanıtlar verdiklerini iddia etmişlerdir ama tam da kesinlikleri, modern zihinlerin o yanıtlara kuşkuyla bakmalarına neden oluyor. bu soruları incelemek, soruları yanıtlamak olmasa da, felsefenin işidir.