liseyi ailemin bulunduğu şehirde ancak evden uzakta olması nedeniyle yatılı bir okulda okudum. her cuma günü eve gelir, her pazar akşamına doğru da tekrar yurda dönerdim. yine bir pazar günü yurda dönmek için hazırlık yaptığım sırada facebook'ta ilkokul öğretmenimin bir gönderisini gördüm.
ilkokulda bizim sınıfımızda olan bir kız vardı. sessiz, sakin, temiz kalpli, ufacık tefecik bir kızdı. kimseye zararının dokunduğunu görmemiştim o güne kadar. çok yakın arkadaşım değildi ancak sevdiğim saygı duyduğum bi arkadaşımdı. meğer çok hastalanmış sonradan ve hayatını kaybetmiş, ben de bunu bir facebook gönderisinden öğrendim. öğretmenim ayrıca eklemiş ''pazar günü şu saatte şu cemevinden cenazesi kalkacaktır.'' diye. bunu görünce ağlamaya başladım. küçücük çocuktu daha, ne kadar tatlı bi insandı, ne tatlı hayalleri vardı kim bilir. öylece ağladım bir süre. sonra anneme söyledim, 'ah'lardan 'vah'lardan sonra hadi cemevine gidelim dedi annem. -bu arada belirtmeden geçmiyim, ailem son derece muhafazakar sünni bir ailedir. ben de çok muhafazakar olmasam da o dönemler islam'a inanan sünni biriydim- ikimiz de daha önce hiç cemevine gitmemiştik ama bunun bir önemi yoktu, arkadaşıma karşı son görevimi yerine getirmek istedim. ilkokuldan birkaç arkadaşıma da haber verdim ve onlarla da mezarlıkta buluşmak üzere sözleştik. yalnız haberi biraz geç aldığımız için cenaze törenine (nasıl adlandırıyor aleviler bilmiyorum, özel bir adı varsa) tam anlamıyla yetişemedik, yetişseydik bile kalabalıktan içeri giremeyecektik zaten. biz cemevine gittiğimizde artık sınıf arkadaşımın cenazesi mezarlığa doğru yola çıkıyordu.
gerek cemevinin önündeki toplulukta, gerekse mezarlıkta gözlerim hep ilkokul sınıfımızdan arkadaşlarımı, ilkokuldan hocalarımı aradı. ama gelin görün ki benim gelmelerini istediğim 2 arkadaşım ve vefat eden sınıf arkadaşımın kendi gibi alevi olan çok yakın arkadaşı dışında sınıftan kimse gelmemişti. biz 43 kişiydik ilkokulda sözlük. sadece 4 kişi oradaydı. farklılığı yüzünden birinin dışlanmasının ne kadar kötü olduğunu ilk kez orada anladım. o zamana kadar belki ben de pek çok defa aleviler hakkında kötü düşünmüştüm, keza yine yaşadığım ilçede azımsanamayacak kadar fazla sayıda olan bulgaristan göçmenleri hakkında. tamam hiç onları ayırmadım kendimden, ama bilmiyorum elbet ön yargıyla yaklaşmışımdır. çünkü gerçekten yaşadığınız çevre ciddi manada her kesimin yobazıyla dolu olunca ister istemez siz de bu ön yargıların içine doğuyorsunuz. ama işte ilk kez o gün, o mezarlıkta hissettim 'farklı' insanların hissettiklerini. çok üzüldüm, çok daha fazla üzüldüm. ve o gün benim için bazı şeyleri sorgulamanın, bu ülkede yanlış gidenlerin farkına varmanın, farklı insanların acılarına ortak olabilmenin temellerinin atıldığı gündü.
mezarlıktan eve doğru yürürken anneme anlattım hissettiklerimi, sitemlerimi. o da bana anlattı. biz ilkokuldayken öğrencilerin velileri kendi aralarında gün yapıyorlardı, bilirsiniz sürekli bir başkasında oturup poğaça, börek, tatlıların yendiği muhabbet ortamları. annemin demesine göre vefat eden sınıf arkadaşımın annesi de her buluşmalarında 'bi dahakine bizde olsun' diyormuş, ama kimse gelmek istemiyormuş onlar alevi diye. bir gün zoraki 'tamam' denmiş, ancak o güne sadece 3 veli gitmiş. aleviler diye sözlük, aleviler diye.
işte bu ülkede alevi olmak böyle bir şey. bu alevi olmayan biri olarak benim dışarıdan şahit olduğum sadece bir olay, ancak beni gerçekten derinden sarsan bir olay. bu insanların bu ülkeye hakim olan zihniyetten ne çektiğini bi de onlardan dinlemek gerekir, uzun uzun dinlemek gerekir üstelik. zordur alevi olmak, farklı olmak. özellikle de türkiye'de.