üniversite yıllarını ele alarak açıklayalım ki, daha yurt kavramı ile yeni tanışacak, birinci öğretimseniz ikinci öğretimlere uyuz olacak, ikinci öğretimseniz sabahın köründe gürültü yapan hemcinslerinize uykunuzun içinden küfürler savuracaksınız daha.
daha yurdun banyosunun en alt katta olduğunu, giysilerinizle aşağı banyo yapmaya inerken size gülenlerin bornozla aşağı indiğini görünce sinirden ağlayacağınızı, çamaşırlarınızı yıkarken, kafanıza tuvaletlerin gider suyunun, en amiyane tabiriyle bok suyunun akacağını hep daha sonradan öğreneceksiniz.
daha ailenizle ilk telefon konuşmanızda ağlamamak için kendinizi zor tutarken burnunuzun direğinin sızlamasını keşfedeceksiniz, sonraki konuşmalarınızda da yurttan veryansın edeceğinizi, acilen eve çıkmanız gerektiğini de. aslında kaçış ve kurtuluş gibi gözüken "eve çıkma" hadisesinin de ne denli büyük bir kabus olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim.
eve çıkacağınız arkadaşlarınızın başlangıçta ne kadar uysal, düzenli, sevecen ve her yola gelir olduğunu zannetmenizle gerçeği anlamanız, ilk bulaşık ve alışveriş kavgasında hatta belki evden onun yüzünden atılma gibi hadiselerle karşılaştığınızda belirecek.
tüm bu kargaşa içinde, kapaklarını vize ya da final öncesi açacağınız ders kitaplarının yarardan çok zarar verdiğini düşünecek ve tartışacaksınız çoğu kez. sosyal olmak, iyi bir çevre edinmek, aranan bir arkadaş olmak ve popüler isimlerle çıkmak sizin için önem sırasında ilk başı alacak değerlerden olacak.
okulun ilk günü kafanızda nasıl bir tablo canlandı bilemem ama gerçektir bunlar. gerçek olduğu için de hayatın en acı deneyimleri de okul yıllarında keşfedilir. insan da ancak böyle törpülenir.
ama her ne yaşanırsa yaşansın ilk gün illaki karnınız ağrır. ağrıması da güzeldir, fazla dert etmeyin.