"seni anlıyorum" demek büyük bir yalandır. kocaman bir yalan. kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz dünyada... var olan en sağlam zırh insan vücududur. içindekileri en iyi saklayan kasa odur. koridorlarında birikenlerin kokusunu bile yaymaz dışarıya. deliliğin kokusunu, anormalliğin kokusunu duyamazsın yanında gazete okuyan adamın, otobüs durağında. sadece gördüklerin vardır. beş duyunun algıladığı kadar anlarsın aileni, sevgilini, çocuğunu...
ölümlü olduğunu unutamadıktan sonra ne gereği var anlamanın? tutunsanda aşıklarına, zincirlesen de kendini dostlarına yine de gömülürsün toprağa. gerekirse hepsiyle beraber gömerler. firavunlara yaptıkları gibi. anlayan şöyle der:
anlayamasaydım da ölecektim. daha çok anlamak yormayacak tabutumu taşıyanların kollarını. çünkü ne daha ağır oldum, ne daha büyük!"
"işte" dedim. "umut bu. bir tekne. başka birşey değil. koca okyanusta devrilmeden yol almaya çabalayan bir tekne. sonsuzluğun dalgalarıyla savaşan bir ceviz kabuğu. hepsi bu. köhne bir tekne." ben bindim. kamarasında uyudum. hiçbirşey değişmedi. isterdim yeni bir insan olarak inmeyi o tekneden. değişmeyi, iyi biri olmayı, hissetmeyi, sevmeyi. hepsini isterdim. ama istemenin yetmediğini çok erken anladım. hiçbir şeyin yetmediğini! dünyayla mesafeli bir dostluk kurmak zorunda kaldım. çünkü kuşkulandım bana verdiği hediyelerden. her şeyden! kendimi kaybettim. buldum. umut adındaki teknede bir hafta kaldım. ne dövmelerim silindi, ne de zihnim ölmekten vazgeçti...