bu topraklar, daha az insanın ayak bastığı topraklardı önceleri. caddelerden geçen insan sayısı belliydi. sokaktan geçen her insan, bir diğerinin ya kardeşi ya akrabası ya tanıdığıydı. kapılar gıcırdardı. yerdeki tahta döşemeler oynardı. bir iş için birçok akran-arkadaş toplanır örgütlenir, o işin üstesinden gelirdi. hava kararınca yorgunlukla eve geçer, bir arada çay içerken sabahki alın terinin o leziz çayını hep birlikte içerlerdi. hiçbir iş birkaç saatte bitmezdi ama, iş bitince de hep birlikte akşam yemeği yenir muhabbetler edilirdi.
birinin evi yansa, tüm mahalleli birlikte bir iki günde evi yeniden inşa ederlerdi.
dışarıda başına en ufak bir şey gelse, sokaktaki herkes arkadaştı tanıştı, yarı yolda kalmazdın, kalamazdın. işte öyle günlerdi eski günler: eşyalar eski olsa da evlerdeki kalabalık ve gürültü, huzurun ta kendisiydi. mutluluk, eşyaların üzerlerindeki marka isimleri değildi.
belki de o yüzdendir ki; bir evde en çok o eski meşe kapıları, o eski tahta döşemeleri arıyorum. bana göre huzur laminatta değil, avangart beyaz mobilya tarzında değil. eski evler en güzel evler, eski günler en güzel günlerdi...