Bence yaptığımız her şeyden biz sorumluyuz. Elimi kaldırıyorum ben sorumluyum, başımı çeviriyorum ben sorumluyum, mutsuzum ben sorumluyum, sigara içiyorum ben sorumluyum, gözlerimi kapatıyorum ben sorumluyum, sorumlu olduğumu unutuyorum ama öyleyim. Kaçışı yok bunun. Her şey güzel bence… Sadece olayların ilginç yanlarını görmelisin, sonuçta her şey neyse odur, mesaj mesajdır, tabak tabaktır, adam adam, hayatsa yine hayat.
ve en sevdiğim diyalog*
Adam: “Üç Silahşörler"i hiç okudun mu?
Nana: Hayır ama filmini gördüm. Neden?
Adam: Çünkü, orada bir Porthos vardır. aslında "yirmi yıl sonra"dan bahsediyorum. Porthos, uzun boylu, güçlü, biraz da aptal biridir. Hayatı boyunca hiçbir şeyi düşünmemiştir.
bir mahzene orayı havaya uçurmak için
bomba yerleştirmesi gerekmektedir.
bunu yapar.
bombayı yerleştirir, fitili ateşler.
sonra da elbette koşarak uzaklaşır.
ama o an, birden düşünmeye başlar.
koşarken adımlar birbirini bu kadar
seri bir şekilde nasıl takip etmektedir?
belki bunu daha önce
sen de düşünmüşsündür.
bu düşünce yüzünden donar kalır.
hareket edemez, ilerleyemez.
bomba patlar ve mahzen üzerine çöker.
ilk etapta güçlü omuzlarıyla
direnmeye çalışsa da,
bir ya da iki gün içinde,
ezilerek hayatını kaybeder.
düşünmeye başladığı ilk an
onun ölümünün sebebi olmuştur.
Nana: Bana bu hikayeyi neden anlattınız?
Adam: Nedeni yok, sadece konuşma olsun diye.
Nana: Neden insanlar sürekli konuşmak zorunda? Belki de bu kadar çok konuşmamalı, hayatı sessizce yaşamalıyız. Ne kadar çok konuşursak, kelimeler de anlamlarını o kadar yitiriyor.
Adam: Belki ama bu mümkün mü?
Nana: Bilmiyorum.
Adam: Bence konuşmadan yaşayamazdık.
Nana: Ben konuşmadan yaşamak isterdim.
Adam: Evet, güzel olurdu, değil mi?
Nana: insanların birbirlerini daha çok sevmeleri gibi. Ama maalesef mümkün değil. Ama neden? Sözcükler sadece insanların düşüncelerini ifade etmeli.
Bize ihanet etmemeli.
Adam: Doğru ama biz de onlara ihanet ediyoruz. insan kendini ifade etmeliydi.
Ve o bunu, yazarak yaptı. Düşün, plato gibi biri hâlâ anlaşılıyor - anlaşılabiliyor. O, eski yunan'da yaşamıştı, 2500 yıl önce. Şu an kimse o dili bilmiyor, en azından tam olarak. Buna rağmen, hâlâ bizlere ulaşıyor.
işte bu yüzden kendimizi ifade ediyoruz. Ve etmek zorundayız.
Nana: Neden? Birbirimizi anlamak için mi?
Adam: Düşünmek zorundayız ve düşünmek için de sözcüklere ihtiyacımız var.
çünkü düşünmenin başka bir yolu yok. iletişim kurabilmek için konuşmalıyız; hayatın gereklerinden biri de bu.
Nana: Evet ama bu çok zor. Bence hayat kolay olmalı. Sizin "üç silahşörler” konuşmanız iyi bir hikaye olabilir. Ama korkunçtu.
Adam: Evet ama bir işaret noktası vardı.
bence, insan ancak bir süre yaşamdan
feragat ettiği zaman konuşmayı öğrenir.
bedel budur.
Nana: Yani konuşmak ölümcül müdür?
Adam: Konuşmak neredeyse bir
yeniden doğuş demektir.
bir anlamda, yaşamın diğer boyutudur.
yani bir insan konuşabilmek için,
yaşamının konuşma olmayan bölümünden
geçiş yapmalıdır.
söylemek istediğim şeyi net olarak
ifade edemiyor olabilirim ama…
insanı, düzgün bir şekilde
konuşmaktan alıkoyan şey,
yaşamdaki bu ikilemin farkında
olmayışından kaynaklanmaktadır.
Nana: Ama insan günlük yaşamını sürdüremez. Bilemiyorum, bu…
Adam: Ayrımla!
dengeyi kendimiz kurarız. sessizlikten,
sözcüklere geçişimizin sebebi de budur.
bu ikilemin arasında gider geliriz
çünkü hayatın devinimi bunu gerektirir.
insan bu şekilde, günlük yaşamdan
daha üstün bir yaşama yükselir:
düşünce yaşamına!
ama işte bu yaşam da, insana,
günlük yaşamından tamamiyle
sıyrılmasını şart koşar.