Son dönemde kafamı iyice kurcalamaya başlayan gerçek.
Varoluşum, ben dahil kimsenin onayını almadan 21 yıl önce bu evrende boy göstermeye başladı. Bazen, hayatta bazı anlar vardır; iyi ki doğdum, iyi ki tanık oluyorum bu güzelliklere diye içlenir kendini kutlarsın. Çocukken her gününü kutlarsın! Ancak ne oldu nasıl olduysa, bu güzellemeler tükendi. içimde sadece sıkıntı, midemde bir bulantı, ellerimde hafif titreme ve öze dönmeye çalışırken özden uzaklaşmamın vermiş olduğu hasret var. Bunu birçok şeye bağlayabileceğimden dolayı bilmiyorum sorunun cevabını. Ama bir soru varsa ortada, elbet bir cevabı da vardır. Bulduğum gün ölmekten korkmayacağım. Ama şimdi öyle mi? Her an, ölmekten öyle çok korkuyorum ki...
Oh be diyemeden, ılık rüzgarlarda koşamadan, keyifle yağmur altında ıslanamadan ölmekten çok korkuyorum. Bir bu kadar kötü hissi de değer verdiğim insanlarımın adına yaşıyorum. Benden önce göçüp gitse ne olur diye düşünmekten kendimi alıkoyamadığım, alıkoyamadıkça daha da çok düşünüp derinlerde boğulduğum bir anafor gibi. Yaşamaktan bu kadar sıkılırken, ölmekten bu kadar korkmak; dünyada bunca güzellik varken, hep gri bir döngüde hissetmek beni tüketti. Nasıl eskisi kadar mutlu, renkli, umutlu olacağımı bilmiyorum. Ellerimi kaldıracağım yardım için ama sanki bağlıymış gibi zemine sıkıca. Başımın eğikliği de bundandır belki.
Savaşamıyorum artık, hiç gücüm kalmadı. Son nefesimi vermeden, ben de mutlu hissetmek istiyorum. Belki bir gün uyandığımda, ölmeyi unutacağım. Ve o gün geldiğinde emin olun, en çok doğayı seveceğim.