baştan sona paradoksal bir film bu aslında. karakterler, mekanlar hatta müzikler. adı bile "aşk üzerine kısa bir film" ancak anlatılan aşk değil. aşk bu filmde yalnızlığa bir nevi arka plan oluşturuyor sadece. her türlü hüznü aşk ile ilişkilendirmenin anlamsızlığının sergilendiği gösterişsiz bir sahne oluyor.
kieslowski sadece yalnızlığı resmeder bu filmde. evet, tomek saplantılı bir şekilde aşıktır magda'ya ve magda da bir o kadar habersizdir böylesi saplantılı -tutkulu?- aşklardan, ancak temelinde her ikisi de ölesiye yalnızdır. ve filmin nihayetinde her ikisini birbirine yaklaştıran da aşk değil bu yalnızlık duygusudur. film boyunca dinlediğimiz hüzünlü müzikler, birçok sahnede gözümüzün içine sokulan elinde bavullu, pardesölü hüzünlü adam portresi, karakterlerin ikilemlerle dolu diyalogları hep bu yalnızlık ve hüzün temalarını desteklemektedir.
uzun lafın kısası bu film, bağıra bağıra tek bir şeyi söyler bize; ister tomek gibi bir göz odanın içinden hayata teleskopla bakan bir "kaybeden" olun, isterse sosyalliği tavan yapmış, hayatına giren çıkan insan sayısı belirsiz olan magda olun, nihayetinde yalnızlık insanoğlununun üzerine yapışan ve onu bir zırh gibi sarıp sarmalayan yegane gerçekliktir. ve finalde olduğu gibi elimizde kalan tek gerçeklik de budur.