the love song of j alfred prufrock

entry2 galeri
    2.
  1. türkçesi:

    Gidelim öyleyse, sen ve ben,
    Akşam gökyüzüne baştanbaşa yayılınca
    Bir masa üstünde eterlenmiş hasta gibi;
    Gidelim, belirli yarı-terkedilmiş sokaklardan
    Mırıltılı yalnızlıklarına
    Bir gecelik ucuz otellerdeki tedirgin akşamların
    Ve bıçkı tozu serpilmiş, istiridye kabuklu lokantaların:
    Sokaklar ki sinsi amaçların yarattığı
    Sıkıcı bir tartışma gibi arkadan gelir
    Götürmek için ezici bir soruya sizi…
    Ah, sorma 'o nedir?' diye
    Gidelim haydi ziyarete.

    Kadınlar odada gidip gelmede
    Konuşaraktan Michelangelo üstüne.

    Sarı sis ki sırtını vermededir pencere camlarına,
    Sarı duman ki gemini sürmededir pencere camlarına
    Gecenin dört bucağına diliyle yalanmış,
    Lâğımlar içindeki gölcükler üstünde oyalanmış,
    Boşvermiş bacalardan düşen kurumların üstüne düşmesine
    Taraça yanından kaymış, ansızın bir sıçrayış yapmış
    Ve yumuşak bir ekim akşamı olduğunu görüp
    Bir zamanlar evin etrafına kıvrılmış, uykuya dalmıştı.

    Ve gerçekten bir zamanı olacaktır
    Sokak boyunca akıp giden o sarı dumanın
    Pencere camlarına sırtını sürerekten;
    Bir zamanı olacaktır, bir zamanı
    Karşılaştığın yüzleri karşılayacak bir yüz hatırlasın;
    Bir zamanı öldürmek ve yaratmak için,
    Bir zamanı tüm işlerine ve günlerine ellerin
    O eller ki bir sorun uzatıyor önündeki tabağa;
    Bir zamanı senin, bir zamanı benim
    Bir zamanı yüz türlü düş ile düşüncenin
    Kızarmış bir dilim ekmek gibi, bir çay almadan önce.

    Kadınlar odada gidip gelmede
    Konuşaraktan Michelangelo üstüne.

    Ve gerçekten bir zamanı olacaktır
    Meraklanmanın, 'Yeltenir miyim?', 'Yeltenir miyim hiç?'
    Bir zamanı dönmenin, merdivenleri inmenin,
    Saçlarımın ortasında kel bir nokta ile-
    (Diyecekler ki: 'Saçları nasıl da incelmede!')
    Sabahlık ceketim, yakam çeneme uzanmış direngen
    Kıravatım zengin ve sade, gelişigüzel bir iğnenin tuttuğu-
    (Diyecekler ki: 'Kolları ve bacakları ne kadar cılız!')
    Yeltenir miyim
    Altüst etmeye evreni?
    Bir dakikanın terslediği
    Kararlar ve yeniden gözden geçirmeler için
    O dakikada bir zaman var.

    Çünkü bilmişimdir onları, bilmişimdir hepsini-
    Bilmişimdir akşamları, sabahları, öğleden sonraları.
    Ölçmüşümdür hayatımı kahve kaşıklarıyla:
    Bilirim ölümcül düşüşlerle ölen sesleri
    Öteki odadaki müziğin etkisiyle
    Öyleyse nasıl farzetmeliyim?

    Gözleri de bilmişimdir, bilmişimdir hepsini-
    Gözler ki biçimsel bir deyim içine mıhlarlar sizi,
    Biçimleştirilip mıhlanırsam ben de bir toplu iğne ucunda,
    iğnelenirsem ve solucan gibi kıvrılırsam duvarda
    O zaman nasıl başlayabilirim
    Tükürmeye kırıntılarını günlerimin ve yönlerimin?
    Ve nasıl farzedebilirim?

    Kolları da bilmişimdir, bilmişimdir hepsini-
    Kollar ki bilezikli, ak ve çıplak
    (Ama lâmba ışığı altında, açık kahverengi saçlarla örtülü!)
    Lâvanta mı dersin bir tuvaletten
    Beni bu kadar konu-dışı söyleten
    Kollar ki masaya yaslanan, üstüne şal örtünen.
    Öyleyse nasıl girişmeliyim?
    Nasıl başlamalıyım?

    * * *
    Diyeyim mi ki alaca karanlıkta dar yollardan geçtim de
    Pipolarından yükselen dumanı seyrettim
    Gömlekli yalnız insanların pencerelerden sarkan?..
    Âdi bir istakoz kıskaçı olmalıydım
    Durgun denizlerin katlarına sığınan.

    * * *
    Öğle sonu, akşam, öyle rahat uyuklamaktadır!
    Uzun parmaklarla okşanmış, pürüzsüz
    Uykuda… yorgun… ya da yapmacıksız hasta,
    Uzanmış döşemeye yanıbaşımızda sayıklamaktadır.
    Çaydan pastadan, dondurmadan sonra asıl
    Zamanı kriz noktasına zorlıyacak takati bulursam nasıl?
    Ağladımsa, oruç tuttumsa, ağlayıp dua ettimse de
    Gördümse de kafamın (hafifçe kelleşen) bir ceviz tepside taşındığını içeri:
    Peygamber değilim ben -bunda büyük bir dâva da yoktur
    Gördüm büyüklük anımın yanıp söndüğünü esnediğini
    Gördüm öncesiz uşağın paltomu tuttuğunu kişnediğini
    Ve kısacası korkmuştum.

    Bir değeri olacak mıydı, her şeye karşın
    Fincanlar, reçeller, çaylar sonunda,
    Porselenler arasında, söyleyişler arasında,
    Bir değeri olacak mıydı
    Bir gülüşle meseleyi ısırıp koparmanın
    Dünyayı bir top gibi sıkıştırmanın
    Onu ağır meselelere yuvarlamanın:
    "Ben Lazarus'um, ölümden döndüm
    Gördüklerimi anlatmaya, her şeyi anlatacağım" demenin
    Bir değeri olacak mıydı
    Eğer biri, başucuna bir yastık uzatıp
    Demiş olsaydı; "Amacım o değildir aslâ.
    Amacım o değildir aslâ."

    Bir değeri olacak mıydı, her şeye karşın,
    Bir değeri olacak mıydı,
    Günbatımından, kapı önlerinden, dağınık sokaklardan sonra,
    Okunan romanlardan, sürünen eteklerden, fincan ve tabaklardan sonra-
    Bu ve daha ne kadar fazlası?-
    istediklerimi söyliyebilmek imkânsız
    Ama sihirli bir fener sinirleri perdeye yansıtıyor apansız:
    Bir değeri olacak mıydı
    Eğer biri, bir yastık uzatarak ya da bir şal atarak
    Ve pencereye doğru bakarak, demiş olsaydı:
    "Hayır o değildir aslâ,
    Amacım o değildir aslâ."

    Yooo! Prens Hamlet değilim ben, olmak da istemem;
    Ben bir saray mabeyincisiyim, öyle ki görevim,
    Bir olayı şişirmek, birkaç sahne yaratmak
    Kuşkusuz prense kolay bir yol bulup anlatmak,
    Saygılı, basiretli, titiz,
    Belâgatlı, ama birazcık kalın kafalı;
    Bazan, gerçekten gülünç
    Bazan, basbayağı zırdeli.

    Yaşlanıyorum… Yaşlanıyorum…
    Pantolonu paçalarını katlanmış giyeceğim, sanıyorum.

    Saçlarımı arkadan mı tarayıp açacağım? Yiyebilir miyim şeftaliyi?
    Beyaz fanilâ pantolon giyip dolaşacağım sahili iyi
    Denizkızları şarkılarla döküyorlar içlerindeki sevgiyi.

    Bana da şarkılar söyliyeceklerini ummasam da

    Dalgaların sırtında dolaştıklarını gördüm ummanda
    Dalgaların ak saçlarını tarayaraktan
    Rüzgârla suların ağarıp karardığı an

    Oyalandık sarayında denizin
    Kendimizi yosun duvaklı su perileri dünyasında bulduk
    Uyandırıncaya dek insan sesleri bizi, ve boğulduk.
    1 ...