insanları sevmeyi, dünyayı sevmeyi, insanlığı öğreten ilk kadın...
el kadar bebesin. altına falan yapıyorsun. doğru dürüst yürüyemiyorsun bile. malın önde gidenisin yani. kendi haline bıraksalar 24 saatte ölür gidersin yani. bokunda boğulursun.
ama bırakmıyorlar işte. öpüyorlar. kokluyorlar. okşuyorlar. en soğuk günlerde bile sıcacık hissettiriyorlar sana kendini. aptalca gülümsemelerinin yegane sebebi oluyorlar.
ilk defa geldiğin ve hiç tanımadığın bir gezegende her şeyi tanımak, anlamak, anlamlandırmak hepsi onların sayesindedir. en başta sevgiyi öğretiyorlar, sonra geriye kalan şeyleri... ellerinden geldiğince, kültürleri yettiğince... karınca kararınca yani...
insan olmak ne demek eğer bu dünyada birileri bunu iyi anlamışsa bunun tohumlarını ilk olarak anneleri ekmiştir kalplerine. sevgisiz büyüyen insanların insanlıktan nasiplerini almamış olmaları tesadüf değil...
anne olmanın ne olduğunu anlayamam hiçbir zaman ama tahmin edebilirim. ektiğim kıçı kırık bir tohumu sularken, onun büyümesini, fidan olmasını, ağaç olmasını, meyve vermesini izlerken heyecanlanıyorsam ve bu basit olay bile beni iyi hissettiriyorsa, bir annenin çocuğuna gösterdiği ilgi, şefkat ve değerin bunun milyonlarca katını olduğunu tahmin etmek zor değil.
annelik kutsaldır diye bir klişe var ya. az bile söylenmiş. her anne bir tanrı sayılır. kadın olmak, kız olmak, dişi olmak, xx kromozomuna sahip olmak tanrının bir lütfu. tanrı yardımcısı gibi bir şeysin. dünyaya birilerini getiriyorsun.
insan doğuruyorsun insan bunun daha ötesi olamaz... hatta bütün bunları idrak edememiş, kadınları ikinci sınıf olarak gören öküzleri bile...