anneme hep garip sorular soran manyak bi çocuktum. insanlar niye ölür, sevdiklerimiz niye kaybolup giderler, ölüm nedir, abim ölürse ne olacak gibi sorular sorduğumu hatırlıyorum. henüz 11 yaşındaydım ve abim kardeşim 3-5 arkadaş babam falan futbol oynarken bir polis memuru yanımıza gelip dayımın şehit olduğu haberini iletti babama. ölüm ilk kez hayatıma ilişiyordu. babam üzgün ve panikti. annem komşularla oturmuş sohbetteydi. yaz günüydü. annemi uzaktan görüyordum, gülüyordu. az sonra duyacaklarından sonra tam 21 yıl boyunca sağlığından mahrum bir şekilde yaşayacağından bihaber yüzü gülüyordu. babam bizi yanına çağırdı ve "annenize sakın bir şey demeyin" dedi. gittik annemin yanına ama biz ağlıyoruz. bütün çocuklarını ağlarken gören annem endişelendi. babam hemen "annem ölmüş, memlekete gidiyoruz" dedi. annem inanmamıştı. "doğru söyleyin yıldırım'a bir şey mi olmuş?" dedi. babam ısrarla babaannemin öldüğünü söylüyordu. sivasta bir yaz akşamıydı yollara döküldüğümüzde. memleketimiz kırıkkaleye giderken annemin ailesinin yaşadığı köy babamın köyüne göre daha öndeydi ve samsun yolu annemin köyünü ikiye bölüyordu. annem yol boyunca ağlarken sadece yıldırım dayıma bir şey olduğunu düşünüyordu. biz gerçeği biliyorduk ama ona hiçbir şey demememiz yönünde ciddi bir şekilde uyarılmıştık. ölümü tam manasıyla bilmiyorduk. ne olacaktı, nasıl davranacaktık bilmiyorduk ama bildiğimiz tek bir şey vardı ki o da dayımızı çok sevdiğimizdi. ölümü annem bana hep kişilerin melek olup uçması olarak anlatmıştı. zira ölenler melek olur uçar ve gökten bizi izlerlerdi hep. biz onları göremezdik ama onlar her an bizlerle birlikte olurlardı. annem hep böyle anlatmıştı okuldaki çocuklarına bile. bir zaman sonra annemin köyüne doğru yaklaşmıştık ve annemin ağlama sesi biraz daha şiddetini artırmıştı. kısık sesle "allahım inşallah bu araba devam eder köye dönmez" diyordu lakin 5 dakika sonra babam aracı sola yani köyün içine çeviriyordu. annemin ağlama sesi arabanın içinde öyle bir yankılanıyordu ki kendi ağladığımı duyamıyordum bile. evet dayım şehit olmuştu ve annem artık bunu biliyordu. bir yaz günüydü sabaha karşıydı köye vardığımızda. köydeki kadınlar evin önünde ağlaşıyorlar ağıt yakıyorlardı annem arabadan indi büyük dayıma sarıldı" abi ne olur babam de yıldırım deme" dedi. dayım kardeşine sıkıca sarıldı ve "o gidilebilecek en güzel yere gitti sakın üzülmeyin bolca dua edin"dedi ama ne fayda annemi tutabilene aşk olsundu. o metanetli hoca hanım dağ gibi dimdik duran biricik öğretmenim bükülmüş kırılmıştı orta yerinden. ölümü babamın yüzünün ifadesinde anladığımı sanıyordum lakin ölümü şimdi kavramıştım. ölüm annemi, masum öğretmenimi sevdiğinden ayıran bir şeydi ve hiç güzel değildi. sevmemiştim bu kavramı. annem o günden sonra hasta oldu. yıllarca psikolojk rahatsızlıklarla boğuştu, şeker, tansiyon, kalp rahatsızlıkları gibi bir sürü hastalığın sahibi oldu. nefes alma hususunda ciddi rahatsızlıklar yaşadı ve 2016 yılının yaz sıcağında o çok sevdiği 20 yaşında elleriyle toprağa teslim ettiği kardeşinin yanına gitti. nasıl ki dayım annemi yalnız bırakmıştı bu dünyada annemde beni yalnız bırakıyordu. ölüm, sevmediğim bir şeydi ve beni de vurmuştu kalbimin en ortasından.