dostoyevski'yi dostoyevski yapan yapıt ve bu yapıtı silinmez yapan yıllar, ondokuzuncu yüzyıl rusya'sının çar i'nci nikola'nın baskısı altında insanların ezildiği yıllardır. toprak işçileri, bir çeşit tarım gereciymişçesine toprak beyleri arasında açık artırmayla satılmaktadır. oysa küçük toprak beylerinin durumları da, inek gibi alıp sattıkları mujiklerden daha güvenli
değildir; sabah akşam bölge komiserinden dayak yemektedirler. devlet dairelerinde müdür, memurunu tokatlayarak
çalıştırır. kırbaçlamakla kırbaçlanmak en olağan günlük işlerdendir. kazançlar yaşamaya yetmemektedir, açlık
salgındır, aydınlar arasında yıkıcı düşünceler kaynaşmaktadır. bakışlar gök ölçülerine çevrilmiştir, mujikler isa'nın
saltanatını sabırsızlıkla beklemektedirler: bu kadar iğrenç bir şeye tanrı razı olamaz.
sonya'nın ağzıyla bu yargıya varan dostoyevski, yaşadığı sürece onu kıvrandıracak olan ikiliği, suç ve ceza'nın
dördüncü bölümünde, raskolnikov'un ağzından ortaya atıyor: ama gene de razı oluyor işte.... birkaç yaprak
sonra da, ünlü romanının dayandığı önemli sorulardan birini sormaktadır: nasıl oluyor da bu kadar bayağılık,
böyle kutsal bir duyguyla bağdaşabiliyor?. dostoyevski, daha birçok yapıtlarında, bu sorunun uyandırdığı
kuşkuları çözmeye çalışacaktır. zaten kendisinin bütün eserlerinde iyi ve kötünün içiçe geçmesi konusunda o dayanılmaz öfkeyi görürüz.
dostoyevski doğduğu zaman puşkin yirmi iki, gogol on bir yaşındaydı: her ikisi, de ona öncülük etmiştir.
tolstoy'la turgenyev'se onunla birlikte yetişecek, onunla yarışacaklardır. almanya'da goethe, ingiltere' de byron, fransa'da chateaubriand, stendhal, balzac ünleri rusya'ya erişmiş olarak yaşamaktadırlar. 1843'te balzac moskova'ya geldiği zaman dostoyevski onun eugenie grandet'sini rusçaya çeviriyordu çağ, büyük düşünürlerle büyük sanatçıların çağıdır. yanlız en önemli konu zaten çağ bir sancılı dönem çağıydı.heine, hugo, merime, poe, musset, dickens *, flaubert yetişmektedirler. suç ve
ceza,'nın tasarlanmasından önce bir de çehov doğacaktır. dostoyevski ilk yapıtı olan insancıklar'ı yayımladığı
1846 yılında yirmi beş yaşındaydı. ve enteresanı artık hayatın olur olmaz sillerini yemişti. zaten fazla geçmeden kendisi hakkında kurşulanma emri verildi fakat daha sonra sürgüne çevrildi.
dostoyevski, byron öldüğünde üç, goethe öldüğünde on bir, puşkin öldüğünde on altı, stendhal öldüğünde yirmi
bir, chateaubriand öldüğünde yirmi yedi, balzac öldüğünde yirmi dokuz, gogol öldüğünde otuz bir yaşındaydı.
altmış yaşına kadar yaşayacak, edebiyat dünyasının en sağlam yapıtlarını kuracaktır.
suç ve ceza, böylesine bir çevrede, 1866 yılında yayımlandı. 1860'ta rusya'da toprak reformu yapılmış, toprak
köleliği kaldırılmıştı. çar i. nikola çoktan ölmüştü. bütün bunlar açlıkla yoksulluğu azaltacak yerde, büsbütün
hızlandırmıştı. sosyal denge bozulmuştu bir kez, toplumdaki kargaşalık sürüpgidecekti. turgenyev babalar ve oğullar 'ında, çernişevski ne yapmalı'sında bu sosyal kargaşalığın nedenlerini araştırıyorlardı. dostoyevski suç ve ceza'sıyla, turgenyevie çernişevski'nin karşısına göksel ölçüyü çıkardı. suç ve ceza, bu açıdan, dostoyevski'nin kendisiyle yaptığı önemli bir tartışmaydı. nitekim o yılların aydınları bu tartışmaya çok büyük bir önem verdiler, yapıt bir anda bütün rusya'ya yayıldı.
suç ve ceza'nın ortaya attığı sorun şuydu: bir yanda budala, önemsiz, hastalıklı, kimseye yararlı olmayan, tersine,
herkese zararı dokunan, niçin yaşadığını kendisi de bilmeyen, yarın nasıl olsa kendiliğinden ölecek bir kocakarı
var. öte yanda da yardım görmediklerinden ötürü yok olup giden genç, körpe güçler... kocakarının manastıra
adadığı paralarla milyonlarca kötülük önlenebilecektir. şu halde kocakarıyı öldür, parasını al, sonra da bu parayı
bütün insanlığın yararına harca. bir ölüme karşı binlerce dirilme. bu bir hesap işidir. hem sosyal dengede bu aptal,
bu kötü yürekli kocakarının ne değeri olabilir? bir bit, bir hamamböceği ondan daha değerlidir. yaşamak için,
yaşamaya değer olmalıdır. başkalarını sev diyorlar, bundan çıkan sonuç her ikisinin de yarı yarıya çıplak
kalmasıdır. kaftanını ikiye bölüp yarısını komşuna verirsen hem sen çıplak kalırsın, hem de o giyinmemiş olur.
iyisi mi, kendini sev, hem kaftanın sağlam kalır, hem de komşunun ikiye bölünmüş bir kaftandan daha fazlasını
almasını sağlamış olursun. bir toplumda özel işler ne kadar tıkırında giderse genel işler de o kadar düzenli olur.
kendini düşünmen genel ilerleyişi sağlar, buysa komşun için yarım bir kaftandan daha yararlıdır. ölüme gidecek
bir adamın kayanın üstünde, ancak iki ayağını koyabilecek kadar daracık bir yerde oturması gerekse, çevresinde
uçurumlar, ummanlar olsa, sonsuz karanlıklar, sonsuz yalnızlık; bitmez tükenmez fırtınalar içinde, bir arşınlık o
daracık yerde sonsuza değin ayakta durması, adamın o anda ölmesinden daha iyidir. ne türlü olursa olsun, yaşamak
gerek.
sorun, o yıllar rusya'sının sorunudur. dostoyevski, hukuk öğrencisi raskolnikov'un kişiliğiyle sorunu ortaya
attıktan sonra tartışmaya başlıyor: olağan insanlarla olağanüstü insanları birbirinden ayırmalıdır. olağan insanlar
boyun eğerek yaşamak zorundadırlar, kanun dışına çıkmaya hakları yoktur. olağanüstü insanlar bütün suçları
işlemeye, bütün kanunları ayaklar altına almaya yetkilidirler, ülküleri uğruna bütün sınırları aşabilirler. likürg,
solon, napolyon yeni kanunlar koyarken eski kanunları haklı olarak çiğnemişlerdir. yerleşmiş bir açıdan bakılınca
bunların işledikleri de suç değil midir? olağanüstü insanlar bir bakıma tüm suçludurlar, kendilerinin ya da
toplumlarının yararına kan dökmekten bile çekinmemişlerdir. büyükler şöyle dursun, toplumları içinde biraz olsun
sivrilenler bile, az ya da çok, öldürücü olmak zorundadırlar. öldürücülük, olağanüstülüğün gereğidir. olağan
insanlar, ellerine geçirebilirlerse, olağanüstü insanları asıp keserler ama, bir süre sonra da heykellerini dikip onlara
taparlar. olağan insanlar uysal, gelenekçi, eğik boyunludurlar; görevleri kendileri gibi birtakım varlıkların
çoğalmasına yaramaktır. onlar, insanlığı koruyup çoğaltırlar, ötekilerse yürütüp bir amaca götürürler.
genç hukuk öğrencisi raskolnikov, faizci kocakarıyı bu düşünceden yola çıkarak öldürmüştür. evet, kan
dökmüştür ama, herkesin döktüğü kanı, şu yeryüzünde bir çağlayan halinde dökülen, her zaman dökülen kanı...
onu bir şampanya gibi akıtanlar sonradan capitol'de taç giyip insanlığın övüncü oldular. ben de insanlara iyilik
etmek istiyordum. yaptığım bu biricik anlamsızlığı bağışlatmak için insanlığa binlerce iyi iş yapacaktım. yaptığım
işe anlamsızlık bile denemez ya, düpedüz beceriksizlik denir. çünkü bu düşünce, başarısızlığa uğradıktan sonra
göründüğü gibi, hiç de budalaca değildi. başarısızlığa uğrayan her şey budalaca görünür. ben, şimdi budalaca
görünen bu eylemle sadece kendime bağımsızlık sağlamak, yaşamak için ilk adımımı atmak, gerekli araçları
edinmek istemiştim. bundan sonra her şey ölçülemeyecek kadar yararlı bir yürüyüş olacaktı. ama ben, ilk adımda
tökezledim. başarabilseydim benim de başıma taç giydireceklerdi.
raskolnikov niçin başaramamıştır? çünkü olağanüstülük sanısına kapılan olağan bir insandır. olağanlar büyük
acılar çekmeye dayanamazlar, gerçekten büyük insanlarsa büyük acılar çekmek zorundadırlar. olağanlar aşmamaları
gereken sınırların içine er geç çekilirler, kendi cezalarını kendi elleriyle verirler, sevgi'nin tutsağıdırlar.
olağanüstüler sevgi'ye boyun eğmezler: peki ama, buna layık olmadığım halde, bunlar beni ne diye bu kadar
seviyorlar? ah, hayatta yalnız olsaydım, kimse beni sevmeseydi, ben de kimseyi hiçbir zaman sevmeseydim, bütün
bunların hiçbiri olmazdı.
raskolnikov kendi erdemini denemek için öldürmüştü. olağanüstüler, doğrudan doğruya yaparlar, denemezler.
erdem, düşünce değil, eylem'dir: o zaman anladım ki sonya, iktidar, ancak eğilip onu almak cesaretini
gösterenlere verilir. iş, cesaret etmekten ibaretti. sorun, yalnız buydu. ben, cesaret göstermek istedim, öldürdüm.
sırt üstü karanlıkta yattığım sırada bütün bunları düşünmüştüm. beni mahveden de işte bu oldu ya. iktidara
geçmeye hakkım olup olmadığını kendi kendime sorup soruşturmaya başladıysam, demek ki iktidara geçmeye
hakkım yokmuş. insan bir bit midir? insan, bunu soran için bir bit değildir, aklına böyle bir soru gelmeyen için
bittir. napolyon bu soruyu sormadan gider, kocakarıyı öldürürdü. benim suçum bu soruyu sormaktır.
gök ölçüsü, olağan insanların birbirlerine karşı davranışlarını düzenler. raskolnikov da olağan bir insan olduğuna
göre: kalk, hemen şimdi, şu dakikada, dört yol ağzına koş, yere kapan, ilkin kirlettiğin toprağı öp, sonra dört bir
yana eğilerek bütün dünyayı selamla, herkesin önünde, yüksek sesle: ben öldürdüm! diye bağır. o zaman, tanrı
sana yeniden hayat verecektir.
raskolnikov'un kendisine yüklediği biricik suç, sonuna kadar dayanmamaktır: benim davranışım onlara niçin bu
kadar çirkin görünüyor? kanunun sınırları aşılmış, kan dökülmüştür. öyleyse; insanlığa iyilik eden, iktidarı zorla
alan birçok kimselerin de, daha ilk adımlarında, kafalarını kesmek gerekirdi. ama bu adamlar sonuna kadar
dayandılar, bunun için de haklı çıktılar. bense dayanamadım, bunun için de bu adımı atmak hakkını
kazanamadım.
raskolnikov kendisini güçsüzlükle, korkaklıkla suçlandırmaktadır. oysa dostoyevski, raskolnikov'un kendisinde,
inanışında derin bir hata bulunduğunu söylüyor. dostoyevski'ye göre raskolnikov, bu hatayı sezmiştir ama, gereği
gibi anlayamamıştır. dostoyevski, büyük yapıtının sonlarına doğru tanrıca davranıyor, yarattığı kişiyi yargılıyor.