yazarların çocukluk anıları

entry13 galeri
    8.
  1. sanki o gün babamın kolunun altında getirdiği beyaz kutu bir bilgisayar değil, uzay üssüydü...

    Evet, fiziksel olarak bir uzay üssünün babamın kolunun altına sığma ihtimali yoktu belki, ama oyuncak araba kurar gibi kurduğum hayaller de kendi ekseni etrafında tek dönüşle beyazı siyaha boyayan bu bozuk dünyaya sığmıyordu. Dünyayı noktalı yerlerinden katlayıp yapıştırmama rağmen...

    Bu yüzden o bir bilgisayar değil, uzay üssüydü. Öyle ki, bu konuda okulda "kendi aramda" devamlı tartışıyordum. Sadece bu konuyu değil, her konuyu kendimle tartışıyordum zaten. Hiçbir zaman, Türkçe kitabında, her hikayenin sonunda yer alan "Okuyunuz ve arkadaşlarınızla tartışınız." tahriğine asla kapılmadım; kimseyle polemiğe girmeye gerek yoktu. Yukarısı "onlar"ındı, aşağısı ise benim...

    Neyse ki, gelecekte olası bir entry girme ve entry sırasında "konudan kopuş" ihtimaline karşı birçok kelime depolamıştım: Sonuçta, evimize Amerika tarafından gizemli, beyaz bir kutu sızdırılmıştı. Kutunun üzerinde tanımlanamayan ama aynı zamanda uçmayan bir cisim vardı. (ismin üzerinde ise Mr. Brown'ın çantasından düşürdüğü onlarca harf... Bu harflerin, üzerlerine; kola, gazoz, meyve suyu, kek ve benzeri içeceklerin ve yiyeceklerin dökülmesi için tasarlandığını fark etmem fazla zamanımı almadı. Ama bunu babama anlatmak, fazlasıyla aldı.

    Kapıdan girer girmez kutuyu babamın elinden alarak kutunun altında kalmaya çalıştım. ilginçtir ki, bunu başardım. Zira kutunun iç açılarının toplamı benim enimle boyumun çarpımından daha büyüktü. Ama, kutuyu, TRT'de her cuma izlediğim korku filmlerinden sonra her defasında korkarak geçtiğim uzun koridorda sürükleyerek odama taşımayı başardım. Ara odadan çıkan ve elinde ucundan kan damlayan bir bıçak olan maskeli katil bu soğukkanlılığıma bir anlam veremese de, ertesi Cuma onun ilk kurbanı yine ben oldum. Annem ve babam ise katilin varlığına inanmadı ve bu vahşete göz yumdu.

    Plastik, turuncu basketbol topuyla penaltı atışırken buzlu camını kırdığımız kapıdan girer girmez kutuyu açmaya başladım. Çizgi-filmlerdeki gibi hızlı hareket ediyordum; kollarımın arasında hızı belirten çizgiler vardı. Bir süre sonra abimle babam içeriye girdiler ve boyumun kısa olmasından faydalanarak beni saf dışı bıraktılar. işin kötüsü, sağ kulvardan yaptığım ataklar da işe yaramadı...

    üzerinde "64" yazdığı için içinden 64 adet bilgisayar çıkacağını sandığım o cihazın ilk günden bozulmasını istemiyorlardı. Daha doğrusu, babam istemiyordu. Abim de benden yalnızca bir yıl sonra piyasaya çıkan modelimdi sonuçta...

    Babam, mısırın ana maddesi olan ve patlamasını sağlayan; naylon, balonlu korumayı aşarak Commodore 64'e ulaştı...

    o anda dünyanın sonu gelmiş gibi hissettim; güçlü bir ışık gözümü aldı, nefesim kesildi...

    Sonra görüntü bir anda düzeldi. Dünyanın sonu falan gelmemişti. Bu sadece benim kuruntumdu. Zaten dünyanın sonu gelecekse bunu yalnızca ve yalnızca Cüneyt Arkın gerçekleştirebilirdi. o da buzdolabına uçan tekme atarken bacağını kırdığı için korkmaya gerek yoktu.

    Her şey yolundaydı; Commodore 64 karşımdaydı. Her ne kadar CV'mde "Spectrum" deneyimi yer alsa da, Commodore 64 benim adıma yeni bir şeydi.

    Evrensel dilde, "cihazla birlikte" kutudan bir de düzenli aralıklarla kırılmak için üretilen bir "şey" çıktı. ileride "coyistik" olarak adlandırarak "i" harfine gereksiz bir şekilde prim tanıdığımız bu kontrol cihazı beni Cüneyt Arkın'ın varlığından daha fazla tedirgin etmişti. Çünkü üstündeki kırmızı tuşa bastığım zaman evimiz havaya uçabilirdi. Babamla abime bunu anlatmaya çalıştım ama beni dinlemediler. Zaten bu saçma ve çocukça bir düşünceydi, ama ben de o dönemde kısıtlı imkanlara ve teknik kapasiteye sahiptim.

    Bu gelişmeden sonra ben köşeme çekildim ve yorganımı üstüme çekerek olan biteni izlemeye koyuldum...

    Babam abimin yardımıyla önce kabloları bağladı, sonra da teybe bir kaset taktı. Ardından bilgisayarı açtı ve masmavi bir ışık gözümün içinde parladı. ilaç torbasından çıkardığı kasedi teybe taktı ve elindeki kağıttan kopya çekerek ekrana bir şeyler yazdı. Sonra, Joystick'i bilgisayara taktı ve ne yazık ki, o kırmızı tuşa bastı...

    onlara evin havaya uçabileceğini söylemeye çalışmıştım ama beni dinlemediler...

    Neyse ki yalnızca ara odadaki katil yaşamını yitirdi; başka kimseye bir şey olmadı.
    13 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük