“Mutluluk, on sekizinci yüzyılda sıkı sıkıya bağlı olduğu akıldan yalıtıldı ve bugün yalnızca bir tutku, yaptığımız değil ancak hissettiğimiz bir şey ve politik anlamdan yoksun bireysel bir duygu haline geldi. Sempati ve merhamet, ortaklık ve toplumsal kuruluşun mekanizmalarını sağlar ama bunlar güçsüz ve hatta gücümüzü tıkayan mekanizmalarıdır.
Dolayısıyla politik ve ontolojik mutluluk projesini anlamak için daha önceki yazarlara bakmamız gerekiyor. Örneğin Spinoza’nın felsefesi ve politikası bir neşe [gaudium], eyleme ve düşünme gücümüzün artışına işaret eden aktif bir duygulanım hedefler. Neşe böylelikle, memnuniyetin olabileceği gibi, sabit bir duygu değil, yetilerimiz arttıkça devam eden dinamik bir süreçtir. ve bugün, der Spinoza, hala bir bedenin neler yapabileceği ve bir aklın neler düşünebileceğini bilmiyoruz. beden ve aklın gücünün sınırlarını asla bilemeyeceğiz. Neşenin yolu, bizim tahayyül alanımızı genişletmek için, hissetme ve Duygulanma Gücümüzü, eyleme ve tutku kapasitemizi artırmak için her zaman yeni olasılıklara açıktır. Spinoza’nın düşüncesinde, aslında etkileme gücümüz (aklımızın düşünme gücü ve bedenimizin eyleme gücü) ve Duygulanma gücümüz arasında bir denklik vardır. aklımızın düşünce yeteneği büyüdükçe, başkalarının fikirleri tarafından Duygulanma kapasitesi de artar; bedenimizin eyleme etkisi arttıkça, diğer bedenlerden etkilenme kapasitesi de artar. Spinoza’ya göre düşünmek ve eylemek için daha büyük bir güce sahip oldukça, diğerleriyle daha çok etkileşime girer ve ortak varoluş ilişkileri yaratırız. başka bir deyişle neşe, aslında diğerleriyle yaşanan şen karşılaşmaların, bizim gücümüzü artıran karşılaşmaların ve bu karşılaşmaların tekrarlanıp kalıcı olmasını sağlayan kurumların bir sonucudur.”