Ehli Hadis ekolü bu konuda onlara iftira atmaktan geri kalmadı. Bu konuda hadisler uydurdular. Kendilerine Kaderiyyeciler denilerek mahküm edildiler.” Kaderiyyeden biri ölürse ve gömülürse mezarı kazılıp bakıldığında kıblenin tersine döndüğünü görürsün” hadisi bu argümanlarını besleyen uydurma sözlerinden biridir. Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münker ilkesi onların aslında sıradan felsefi ve kelami bir hareket olmadığını ,onların ne kadar devrimci ve yaşanan zulme seyirci kalmadığını muhalefet ettiğini ispat eder. Bunun için devrimi elzem görürler . Mutezilenin bu “Beş ilkesi” soyut tartışmalardan kelami sohbet ortamlarından çıkmadı. islam ümmetine ağır bedeller ödettiren bu fitne dönemi ve Emevi zulümlerinin oluşturduğu zeminde neşvünema buldu. Mutezilenin bu ilkelerinin pratiğin yani hayatın içinden şekillendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu ilkeler sırasıyla ;
TEVHiT: Mutezilenin temel ilkelerinden biride “Tevhit” kavramıdır. Bu ilke etrafında özellikle Dehriler, Yahudiler, ve Hristiyanlarla ciddi tartışmalara giriştiler. Bu tartışmaların amacı islamın özü olan tevhit gerçeğini korumaktı. Mutezilenin önde gelen alimleri Allah’ın zatını herhangi bir varlığa benzetmekten tenzih ederlerdi. Kadı Abdul cebbar, islam ile teşbihçi Hristiyanlık arasında ihtilaf noktalarının “Teslis inancı” etrafında yoğunlaştığını söyler. Allah’ın zat ve sıfat birliğine inanıyorlardı. Yüce Allah’ın Kudreti ve ilmi vardır. Zatının aynısıdır. Dolayısı ile Yüce Allah “Elimle yarattım” dediği zaman bu şu anlama gelir “Kudretim ve ilmim ile yarattım” demektir.
Allah’ın zatının şimdi ,gelecekte ve ahirette bilinen bu gözlerle görülebileceğine karşı çıkıyorlardı. Zahiren Allah’ın gözle görülebileceğini işaret eden ayetler “Müteşabih” ayetler olarak nitelemişlerdir. Bu konuda en büyük delil olarak şu ayeti gösterirler. “Gözler onu görmez, ama o gözleri görür.(Enam 103) Yüce Allah açısından her türlü mekan ,yer kaplama ve bir yönde bulunma şeklinde algılanabilecek değerlendirmeleri reddetmişlerdir.
Kuranın kadim (öncesiz,ezeli) olduğunu ileri sürtmenin Allah ile beraber bir diğer kadimin varlığına inanma anlamına geleceğini ifade etmişlerdir. Bu düşünceleri isa’yı Allah’ın ezeli kelimesi olarak görme şeklinde formüle eden Hristiyanlıkla aynı anlama geleceğini söylemişlerdir.
ADALET: Mutezilenin bir diğer adı Ashabu’l –Adl’dir. insan fiillerini kendisi yaratır. Allah sadece insana bu fiili yapabilme iradesini vermiştir. Böyle olduğu için insan kendi fiillerinde sorumlu olmuştur. Cebriyyenin insanın fiillerini yaptıkları şerri Allaha isnat etmelerini sert şekilde eleştirmişlerdir. “insan suçunu Allaha isnat edemez demişlerdir” Bu Allah’ın adalet sıfatına uymaz. insan fiillerinde özgür bırakılmıştır. Çünkü Allah şerrin kendisine isnat edilmesinden münezzehtir. Bu düşünceyle Başta Muaviye ve diğerleri bunun arkasına sığınarak saltanatlarının meşruluğunu Allaha isnat etmişlerdir.
Va’d ve vaid: Bu ilke çerçevesinde asıl tartışma Mürcie ile yapılmıştır. Şunu demişlerdir. “Allaha itaat eden cennete girer” Allah’ın bununla ilgili vaadi doğrudur. isyan eden kimse ateşe girer. Günahları yüzünden ebediyyen orda kalır. Tevbe etmesi müstesna. Bu sadece kafir kimseyi değil Fasık olanıda kapsar. Şefaat sadece müminlere olacak, fasık kimselere değil.
El-menziletu Beyn’el Menzileteyn: Bu ilke ile büyük günah işleyen kimsenin iman ile küfür arasında bir yerde olduğunu ifade etmişlerdir. Bu kişilere “fasık” denir, demişlerdir. Büyük günah işleyen kimselere kafir diyen Hariciler ile, mümin sayan Mürcie arasında orta yolu tercih etmişlerdir. Bunlar tevbe etmeden önce ölürse ebediyyen cehennemde olacağını söylemişlerdir. Ama azabı kafirlerinkinden hafif olacağını ifade etmişlerdir.
Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münker: Mutezile toplumsal işleyişin sağlıklı olması için ,adaletin tesisi için her Müslümanın Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münkeri yerine getirmesini söylemişlerdir. Bu prensipleri Mutezilenin salt hayattan kopuk kelami bir hareket olmadığını ispat için yeterlidir