yönetmenliğini Matthew Warchus'un yaptığı 2014 yapımı harikulade film.
bir arkadaşım ile birlikte bu filmin değerlendirmesini yaptık birkaç ay önce. onu aktarıyorum buraya:
"Pride filminin değerlendirmesini süregelen toplumsal normlar karşısında eşitsizliğe maruz kalmış sosyal tabakaların -kendilerini nasıl adlandırdıkları, başkaları tarafından nasıl adlandırıldıkları değişken olsa da - bu eşitsizliği farklı şekillerde yeniden üretmeleri üzerinden ele alacağız. Filme baktığımız zaman eşitsizliğe ve baskıya –bu baskıyı devlet ve toplum baskısı olarak ikiye ayırabilirsek eğer ilerde işçi sınıfının uğradığı baskının ne tür bir baskı olduğunu tartışacağız- uğrayan iki topluluk görüyoruz. Bu iki topluluğun da kendilerini ne olarak adlandırdıkları, konumlandırdıkları ve en azından neyi dışarda bırakarak bu adlandırmayı sürdürdüklerine bakacak olursak filmde de işlendiği gibi bu iki topluluk arasında bir ayrış(tır)ma söz konusuyken bir yandan da yaşam pratikleri bakımından birçok noktadan bir deneyim ortaklığı (hem gayler ve lezbiyenler içerisinde hem de maden işçileri içinde bu ortaklığı kurmak isteyenlerin karşısında, aradaki bağlantıları henüz göremeyen bireyler de mevcut) söz konusudur.
Filmde öncelikle gay ve lezbiyen grubun protesto ettiği meselenin belki ufuk açılması belki de odak genişlemesi olarak adlandırabileceğimiz bir şekilde sendikalaşmış maden işçilerinin dertlerine ortak olmak istemesi üzerinden işlenen bir birlikte olma/ol(a)mama, deneyimi paylaşmak adına ortak karşı çıkma, başkaldırı adına deneyim ortaklığına giriştiğini görüyoruz. Bir örnek olarak; bir tarafta normu kırmaya çalışan gayler ve lezbiyenler varken diğer bir tarafta ise polis zincirini kırmaya çalışan maden işçilerinin deneyim ortaklığı verilebilir.
ilk olarak bu iki topluluk arasındaki ayrışmanın ve ortaklığın nasıl gerçekleştiğini ortaya koyabiliriz. Filmde karşımıza çıkan bu iki topluluk, normlar ve iktidar tarafından çeşitli şekillerde, sokakta, medyada, işte baskıya ve şiddete maruz kalıyorlar. Aslında ortaklaştıkları noktaların önemli bir kısmı da budur. Burada gaylik ve lezbiyenlik için bir yandan toplumsal normları yeniden üretmemeleri, bir çeşit norm dışılıkla eylemlilik haline geçtikleri veya zaten menkul norm dışı bireyler olmaları, bir yandan da devlet politikalarının, “üreme”, “geleneksel çekirdek aile” vs. anlayışının dışında kalması dolayısıyla devletin makbul vatandaş tanımının da dışında kalan bir yerde durmaları açısından işçi sınıfının -filme özelleştirirsek de maden işçilerinin- baskıya uğradığı mekanizmalardan farklılaşır diyebiliriz.
Burada bu “normal” birey ol(a)mama durumunu Sibel Yardımcı’nın Sakatlık Çalışmalarında Queer Ufku: Türkiye’de Bu Etkileşimin Zorluğu ve Olası imkanları Üzerine adlı makalesiyle birlikte düşünebiliriz. Sakatlık ve queerlik, gaylik, lezbiyenlik ve sendikalı maden işçiliği aslında zor fakat bir o kadar da özdeş bir alan sunuyor. Alanın zorluğu özüne varana kadar birçok duvara çarpmaktan kaynaklanıyor aslında. Normalin, makbulün çeşitli formları yukarıda adını geçirdiğimiz tüm toplulukların çarptığı duvar. Bu duvarı fark edip ortaklaştığı yerden tek bir ses çıkarmanın öneminden yukarıda bahsettik. Tam bu noktada yapılanın toplumsal eşitsizliklerin de toplumsal kabul alanları içerisinde bir hiyerarşi dizgesine koyulması, hatta toplumsal eşitsizliğin bir paydası olan toplulukların içerisinde bile bu dizgenin kabul edilip korunması tam da yeniden üretme alanıdır. Yani “öteki”nin başka bir “ben” ve “öteki” kurgulaması diyebiliriz buna. Kurgulamak kelimesi burada önemli bir noktayı işaret eder.
"Bu iddiasında, Butler’ın heteroseksüel kimliğin imkansızlığı üzerine söylediklerinden yola çıkıyordu: Fantazmik bir idealin tekrarlanan taklidine dayanan, ancak başarısızlığa yazgılı performatif bir kimliktir bu. McRuer’a göre, sağlam-bedenlilik de aynı şekilde düşünlebilir: Tıpkı “cinsiyet belası” gibi, “sağlamlık belası” (ability trouble) da zorunlu görünen sağlam-bedenliliğin kaçınılmaz imkansızlığına işaret eder."
Dolayısıyla buradaki önemli husus bahsi geçen tüm grupları hatta genel anlamda tüm yaşam pratiklerini bir sınırdan, tanımdan, genelden azadelikle, devinen ve durduğu yerde izi çıkmayan olarak varsayabilmektir. Burada queer yaklaşımının özcülüğe karşı ve kategorizasyona koyduğu mesafeyle birlikte düşünüldüğünde devletin sunduğu veya toplumun belli kesimlerinin benimseyip tekrar ürettiği bedensel veya eylemsel idealleştirme, makbulleştirme, heteronormatifleşme kurgusu yerini içiçe geçmiş yeri belirsiz çerçevelere bırakır.
Heteronormatif düzenin benimseyicisi olan maden işçileri, filmin başında gay ve lezbiyenlerle birlikte mücadele vermeyi reddederek, gay ve lezbiyenlerin kendileriyle olan ortaklaşalığının farkında olmayarak ve onları dışlayarak bu ayrışmanın yeniden üretiminde rol oynarlar. Böylelikle şiddete ve baskıya maruz kalan iki grup arasında sosyal bir tabakalaşma meydana gelir.
Filmde bazı maden işçilerinin gay ve lezbiyenlerle birlikte mücadele vermekten çekindiğini görüyoruz. Bu sözü paranteze alarak, şundan bahsetmek elzem olacaktır ki, maden işçileri ve gay ve lezbiyenler olarak ele aldığımız iki farklı grup birlikte mücadele verdiği zaman, maden işçileri gay ve lezbiyenlere atfedilen değerleri, gay ve lezbiyenler de maden işçilerine atfedilen değerleri kaçınılmaz olarak benimsemiş, üstüne almış, birlikte anılmış olur. Bu durumun, basite indirgeyerek bugün hala kullanılmakta olan bir atasözüyle analojisini yapmak mümkün olabilir belki, daha da anlaşılır kılabilmek adına: “bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”
Bu durumda da filmde bazı maden işçileri, gay ve lezbiyenlere atfedilen değerleri üstüne almamak, benimsememek için onlarla birlikte mücadele vermekten kaçınmıştır filmin başında. Ki maden işçileri ve gay ve lezbiyenlerin birlikte gerçekleştirdiği bir protesto sonrası maden işçileriyle gay ve lezbiyenlere atfedilen değerler üzerinden alay edildiği filmde görülür.
Değinebileceğiz başka bir konu olarak, maden işçilerinin eşlerinin bu mücadelenin birlikte verilmesi açısından daha ılımlı ve kabul etmeye yönelik tavır benimsediğini filmde görürüz. Çünkü erkek egemen düzende erkekler, kadınlara göre erilliğin ve heteronormatif düzenin daha fazla taşıyıcısı ve benimseyicisidirler. Çünkü düzenin kendisi erildir. Filmde maden işçilerinin eşlerinin gaylerle olan ilişkisine bakacak olursak, bir kadın için bir erkeğin dişilliği bir erkek için bir erkeğin dişilliğinden daha az sorun teşkil ettiğini söylemek pek de yanlış olmaz herhalde.
Heteronormatif düzenin benimseyicisi olan maden işçileri ve eşleri(maden işçilerine nazaran daha az), toplumsal alanda dezavantajlı bulunan, baskıya, şiddete maruz kalan bu iki sosyal grup, daha çok gay ve lezbiyenlerin teşvikleri ve önayak oluşlarıyla, birbirleri aralarında olan ortaklaşalığın farkına vararak kendi dezavantajlı konumlarına, maruz kaldıkları devlet şiddetine, baskısına ve bununla birlikte heteronormatif düzenin de sınırlayıcılığına ve baskına karşı birlikte mücadele yürütürler."
ayrıca filmin şu harikulade eğlenceli dans sahnesini de buraya bırakayım: