sabah uyandım ve iş yerinden izinli olmamın bana verdiği yetkiye dayanarak patronlarımın bana taktığı gizli tasmamı odanın köşesine fırlattım. yastığımın yanında ki küllüğü elimin hizasına koyup paketimde kalan 4 cameldan birisini ateşe verdim. ayılmam 2 saati buluyor. yorganı çektim üstümden pijamalarımı giydim.(çıplak yatmayı seviyorum). evde kim var, kim yok yoklaması yapmak için tüm odaların kapısını açıp içeriyi süzdüm. aile nüfusu 3 kişi. en azından 1 kişi evde olmalıydı.. o kişi; 6 ay kemoterapi görüp sağlam çıkan canım anamdan başkası olamazdı. o meşhur soruyu sordu. aç mısın dedi. açım dedim. ama sen rahatsız olma tost yapacağım dedim.. girdim mutfağa. ekmeğin yarısını kesip içine eser miktarda kaşar koymak yerine kaşarın amına koyarak döşedim 300 gr kaşarı. sağ elimle tost yaparken sol elimde çoktan çayı demlemiştim. her şeyi pişirdiğime göre kutsal camel box dumanlı mabedime geçebilirdim.. tostumdan bir ısırık alırken sağ elimle vikings dizisinin sezon finalini açtım. izledim. yarrraaak gibiydi. bölümü yönetmen ve senaristin gözüne sokasım geldi. gerçi rahmetli ragnarın hatırı olmasa izlemem. mirasına sahip çıkıyoruz. 1 demlik çayı ısıta ısıta bitirdim..
çay güzel bir şey yani. çalışma hayatımızda bile mola kelimesinin yanına çay koyuyoruz (bkz: çay molası). çay, biz türklerin hücrelerine kodlanmış bir içecek.