her zaman farklı bir durumun varlığı söz konusudur.
aga ne kadar durum varmış gelin görün ki, bu başlığı ben doldurucam. bütün içimin sıkıntısını bu başlığa yazıcam. kısaca bu başlık benim arkadaşlar.
babalar litvanya'ya yılbaşı sonrası ziyarete gittim.(bu arada ilk hikayenin başrolü silindi gitti hayatımdan tamamen, ama anı olsun diye burada kalabilir mahsuru yok.)
ayrıca kız Türkçe bilmediği için gayet rahat adıyla da yazabilirim, hem türkçe öğrenecek de, koskoca internette uludağ sözlükten haberi olucak da, hadi onu geçtim elli tane monika var. silksen bulamaz.
galiba aşık oldum...
neyse girelim.
Ben bir mekânı arıyordum
Yolda Monika’ya rastladım, sordum. Rastgele biriydi.
Önce söyledi sonra “Yalnız mısın?” dedi. “Evet.” dedim. “Sana katılabilir miyim?” dedi.
“Evet, tabii, neden olmasın?” dedim. Yanıma geldi. Söylenmeye başladı: “Bu binayı şu yüzyılda inşa ettiler, şu şu kral zamanında…” falan. “Lan” dedim “aha, aynı ben”
Sonra başka yerleri gösterdi. Bir tane kule var “Oraya baktı ve doğru, oraya çıkamayız.” dedi.
“O zaman tamam, gel hadi kahve içelim bebeğim.” dedim “Aldım kollarımın arasına.”
Kahveciye gittik, “Sizin burada Starbucks yok.” dedim. “Biz kendi Starbucks’ımıza sahibiz.” dedi. Oturduk bir saat muhabbet ettik falan, hatta kalkmıyorduk, sonra kahvecideki kız geldi.
“Kapatıyoruz.” dedi.
“iyi.” dedim montu falan giydik
Sonra, “Gel hadi sana bir yer göstermek istiyorum.” dedi. “Tamam” dedim, kestirmeden şehrin kalesine çıktık. Bu arada, önemsemediğim ama sevmediğim bir özelliği vardı: Eliyle sarıp sigara içiyordu. “Yani, sana yakıştıramadım.” dedim. “Ben bundan keyif alıyorum, ¬bu daha hoş geliyor ve daha az zararlı.” dedi. Bir şey diyemedim. “Sen hiç içtin mi?” dedi. O meşhur süt parası hikayesini anlattım. Gözleri doldu. Sonra kaleye çıktık. Ama o müthiş şehir manzarasına karşı oturamadık. Zira bank tamamen doluydu. Karşıda oraya çıkamayız dediği kuleyi gösterdi, "Oranın bulunduğu tepe çöktü." dedi. "Koskoca şehrin simgesi çökünce şehir çökmüş gibi oldu." dedi ve kahkaha attı.
Ondan sonra yolun diğer tarafındaki merdivenlerden aşağıya, nehrin oraya indik. “Ben bu nehri çok seviyorum Aziz Patrick gününde yemyeşil giyiniyorum.” falan dedi. Meğer gelenekleriymiş. Sonra Užupis diye sanatçıların falan olduğu bir yer var. Oraya geçtik. Bana deniz kızı heykelini gösterdi. Gittik dolaştık falan. Geri dönerken Vilnele'nin kıyısında bir yere gittik. Bir bank vardı, ıslaktı ama sildim. Montla oturdum. “Gel yanıma otur.” dedim “Hayır.” dedi. Ceketi çıkardım serdim ama oturmadı.
Diyalog şöyle:
+otur(sit)
-hayır(no)
+otur(sit)
-hayır(no)
+otur(sit)
-hayır(no)
+otur(sit)
-hayır(no)
+otur(sit)
-hayır(no)
-ben çok inatçıyımdır, haha(i am very stubborn, haha)
Dedim; “Ben de!”
“Şimdi inada bindirip çıkardın giymiyosun ama hastalancan giy.” Dedi. “Hayır.” dedim. Sonra kalkarken giydim işte. Giderken nehrin kenarında çeyrek kuyruklu bi piyano gördüm. “Ahaaaa, bir deneyem.”
Suya indim ve bir baktım ki tuşlarını sökmüşler. Bu pasif sanat ya böyle sanat olmaz.” dedim. Kahkaha attı, bir de güzel gülüyor, maşallah.
Ağzına girecektim öpmek için ama hala suyun dibindeydim ve onun boyu benden uzundu. Sonra işte bana bir kilise gösterdi ve “Burayı Napolyon çok sevmiş, eline alıp götürebilse Paris’e götürmeyi istemiş.” “Vay be.” dedim. Ben de hemen atalarımla övündüm;
“Napolyon’u mağlup edebilen komutanların en ünlüsü Cezzar Ahmet Paşa’dır.” falan diye. O da bu sefer altta kalır mı; “Rusya'dan dönerken epey yağma hırsızlık tecavüz yapmışlar Vilnius’ta, Vilniuslular hepsini def etmeyi başarmış.” dedi. “Vay be!” falan dedim yine.
Cumhurbaşkanlığı sarayına gittik, arka bahçeden girdik seyrediyoruz. Ben “Hangi bölümde okuyosun bu arada?” dedim
“Creative Communication.” dedi
Sonra ben “Common communication mı?” dedim. “O ne?” dedi, ben Halkla ilişkileri kastetmiştim. “Öyle bir şey var dimi?” dedim. “Hayır.” dedi ve “Bak bilmediğin bir şey çıktı, yaşasın.” dedi. bir kiliseye gittik. “inanıyor musun?” dedim “hayır.” dedi. “Sen inanıyor musun?” dedi. “evet” dedim. “sorun olabilir” dedi. “olmaz” dedim.
Sonra başka bir kilisenin önünde sarıldık, öpüştük yanaktan. O gitti. Ve beni, o lanet yalnızlığıma terk etti.