Evdeyim... Televizyonun lumpen eğlencelerini izleyecek adam olmadığıma göre de, film seyreder yatarım... Hadi sizin hatırınız için saat on ikiyi dönsün de öyle yatayım..."
Yılbaşı geliyor diye en küçük bir heyecan duymuyorum.
Yılbaşının benim için hiçbir özel anlamı yok.
Yılbaşının kimse için özel bir anlamı yok, alt tarafı bir takvim cilvesi. Ha 31 Aralık, ha 31 Mayıs, ha 31 Temmuz... Kutlamak için gün-tün eşitliğini seçseydi bari insanoğlu, hiç olmazsa "antik atalarınıza" uyum sağlamış olurdunuz.
Ama insanlar eğlenmek için bahane yaratmakta ustadırlar. Gençler ve gençlik iddiasında olan kazıklar tepişmek ve dingildemek isteyeceklerdir, kınayamayız.
Yılbaşı eğlencesinin asıl dürtüsü de "ertesi günün tatil olmasıdır" tabii. Sabahlarlar ve kendilerini yıpratırlar. Buna da karışamayız.
Bu tür geyikler kabak tadı verdiği için de, isteyen vursun kafayı yatsın, isteyen çılgınca eğlensin.
bu sene meydanlarda kutlamak yasaklanmış... gerçi bu kitle tepişmesi, yabancı televizyonlardan göre göre, "alt tarafı iki binli yıllarda" ortaya çıkmış bir özentidir zaten. Üstelik de "beleş" olduğu için cazipti, kimse Taksim Meydanı'nın girişinde bilet kesmiyordu.
Kapalı bir mekâna gitsen "yüzde yüz zamlı yılbaşı kazığı" yiyeceksin, şarkılarını mp3 çalarına bile yüklemeye tenezzül etmeyeceğin çarçur arabesk yıldızlarının canlısını görmek üzere otele gitsen, oyacaklar...
ben bu sene "yarasa" operetini izleyeceğim. Bu konser mutlaka Yarasa uvertürüyle başlar, mutlaka Radetzky marşıyla biter. işte gelenek diye buna derim...
Yarasa Opereti'nde, gelenek olmuş bir espri vardır, ayyaş gardiyan Franz takvim yaprağını koparır, 31 Aralık tarihinin altından 32 Aralık çıkar!