babamın her ay kutusundan çıkarıp temizleyip boyadığı asker botlarının hikayesi gibi...
ne zaman "ya baba anlatsana şu botların hikayesini" desem her seferinden farklı bir hikaye anlatır, işkembeden salladığını her seferinde belli ederdi...
evet gençler bu bir "based on true story"! yersen...
bir pazartesi akşamı, günbatımından hemen sonra...
Önce ben de şaşırdım; Gökyüzünde Türk bayrağı oluşmuştu, hilalin önüne bir yıldız gelmişti, bu bir mucizeydi, tıpkı Bilmemne Muharebesi'nde ayla yıldızın yanyana gelip onun da gölgesinin yaralılarımızın al kanları üstüne vurması gibi bir durum ortaya çıkmıştı, yoksa Tanrı da bizimle miydi? Türk'ün Türk'ten başka dostu yok muydu? Bir Türk dünyaya bedel miydi? Fakat bir Türk lirası, 0,25 Amerikan doları mı ediyordu?
Gökyüzünde, örneğin bir Sovyet bayrağındaki orak-çekiçin, bir Kanada bayrağındaki meşe yaprağının, bir Kenya bayrağındaki mızrakla kalkanın oluşması epey zor olduğuna göre, gökler bize mahkumdu zaten!
Bayrağı enine ya da dikine renkli çizgilerden oluşan ülkelerin hele hiç şansları yoktu.
her sene ulusal bayramlarda, televizyonlar ve gazeteler bu kutlu ve mutlu olayı nasıl ele alacaklardı, nasıl işleyeceklerdi... Fotoğraf Anıtkabir'in ya da herhangi bir Atatürk heykelinin üstünden doğru çekilirse elbette daha da anlamlı sayılırdı... Bayrağımız büyük önderimizle bütünleşir, böylece namussuz gericilere de göklerden ilahi bir ihtar çekilmiş olurdu...
Olsundu, "vatandaşlara duygulu dakikalar yaşatan" bu olay "nefes kesen bir vals" bu gül kokan bir romanstı...
Yoksa gökyüzü, bizlere, "önümüzdeki yerel seçimlerde oyunuzu CHP'ye verin" mi demek istiyordu?
Mesaj alınmıştı, hele Ardahan'ın bilmemne köyündeki kayalıklara bulutlardan Atatürk sureti de vurursa, tamamdı bu iş.
Bu çok anlamlı bir gelişmeydi, çünkü bazı neo-kemalistlere göre "Türkiye Cumhuriyeti olmasa bir bayrağımız ve nüfus kağıdımız bile bulunmayacaktı" ... Osmanlı imparatorluğu bayrak yerine yatak çarşafı, nüfus kâğıdı olarak da genelev vesikası kullanırdı.
Fakat hem türk medyası hem yazılı basın, serseriliği ve atmasyonu bir noktadan fazla sürdüremeyeceği için, işin aslını da yazmak zorunda kaldı.
Bir kere, hilalin önüne denk gelen, bir yıldız değil, bir gezegendi.
Bu gezegen, yılın belli dönemlerinde "sabah yıldızı", kimi zaman "akşam yıldızı", kimi zaman de her ikisi birden olarak görünen, eskilerin yıldız sandıkları, bildiğimiz Venüs gezegeniydi.
Fakat bazı dıngıllar ve zibidiler, onun, buradan çıplak gözle görülmesi mümkün olmayan Jüpiter olduğunu da söylediler tabii, cehalet olmadan matbuat mı olurdu?
Aslında hangi karın ağrısı olursa olsun bir gezegenin ayın "önüne" gelmesi de söz konusu değildi tabii...
Aralarında milyonlarca kilometre uzaklık vardı, üstelik en dandik gezegen bile bizim uydumuzdan çok çok daha büyüktü...
Gökyüzünde öyle aslan şeklinde, balık şeklinde, yay şeklinde, terazi şeklinde, başak şeklinde, koç şeklinde burçlar falan da yoktu... Buradan bakınca öyle görünüyorlardı, aralarında binlerce ışık yılı uzaklık bulunan başka güneşler...
o değil de merak ediyorum, hala türk bayrağının çıkış hikayesini, öğrencilerine böyle anlatan öğretmenler var mı?
kaç neslin beynini böyle yıkadılar acaba diye merak eden de hiç yok mu?
gerçeği söyleyip "bu hikaye sallamasyondur" diyen mi vatan hainidir yoksa yalan yanlış hikayelerle nesillerin beynini yıkayan zihniyet mi?
Kusura bakmayın ama benim de aklıma ünlü "Mahmut fıkrası" geliyor...
Hayır, buraya yazamam. Ancak son cümlesini söyleyebilirim;
"Hadi lan," demiş Mahmut, "dışarıdan öyle görünüyormuş!"
Ya biz dışarıdan nasıl görünüyoruz, taşta toprakta hamasi hikmet bulan güdük beyinlerimizle?