toplumu öğütlerle düzenleme çabasından bir yenisi.
bu sefer ludwig andreas feuerbach gözüyle aşka bakmak gerekirse şınları yazmadan edemeyeceğim.
kendisinin aşkı tanımlarken tek tanım olarak 'sevişiniz, bu dünyanı aşk düzelticek' aforizmasını hatırlamak gerekir.
ludwig andreas feuerbach , hıristiyanlık felsefesi'ni yayımladığı sırada , alman düşünce
çevreleri hegelciliği tartışıyorlardı. hegel, geniş bir alanda olağanüstü etkisini sürdürüyordu
işte, aşk felsefecisi ludwig feuerbach da, bütün çağdaşları gibi, bu hegelcilikten doğmuştu. fakat zaman içinde derslerini izlediği hocasının görüşünden tamamen ayrıldığı gerçeğini bildirmek isterim. hatta sonrasında marx ve engels tanrı konusunda düşüncelerini açıklarken feuerbach tan etkilenmekten kendilerini alıkoymamıştılar. ölüm ve ölümsüzlük üstüne düşünceler adını taşıyan yapıtını hegelin ölümünden bir yıl önce yayımlamıştı. fakat zaman içinde hegelcilik gelecek felsefenin ilkeleri'niyse on üç yıl sonra yayımlayacaktı: bir bakıma, insan aklının özlediği tartışma henüz bitmemiş olmalıydı.
hegel, oluşu düşünceyle, ruhla başlatmıştı. doğru muydu? düşünce mi önceydi doğa mı, bir başka deyişle, ruh mu
önceydi madde mi?
o bitmez tükenmez masal, insan aklının büyük macerası yeniden başlıyordu.
feuerbach, soruyu kesinlikle karşıladı: temel, doğadır. doğanın dışında hiçbir şey yoktur. her şey gibi, düşünce
de, doğanın ürünüdür. düşünce, maddesel bir organ olan beyinden çıkmaktadır... bununla beraber feuerbach,
maddecilikte kalamayacaktır. şöyle diyor: bence maddecilik, insanın varlık ve bilgi yapısının temelidir. ama bir
fizyolojistin, bir natüralistin anladığı gibi, varlık yapısının kendisi değildir. maddecilikle geride beraberim ama,
ileride beraber değilim.
niçin?
çünkü feuerbach, bütün dinleri yıktığı halde, yerlerine yeni bir evrensel din kurma yolundadır. bu yeni
din, aşk dinidir. feuerbach, temeli maddeye dayadığı halde bir idealisttir artık. aşkı, maddesel bir çekim olarak
değil, bir insanlık ideali olarak ele almaktadır. feuerbach da, hegel gibi, diyalektiği, maddelerde değil, düşüncede
bulmaktadır. feuerbach'a göre düşüncede olup bitenler, düşüncenin ürünleridirler. insanlar, sevişiniz, diyor,
gerçek din sizin bu sevgilerinizdedir. varlığınız, aşkınızla biçimlenecektir.
feuerbach'a göre, dinin gerçeği aşktadır. önceleri insanlar, kendi niteliklerinin fantastik yansımaları olan tanrılar
yaratmışlardır. tanrılar, insanlık düzenini kurmaya yetmediler. oysa, bu düzeni kuracak olan, insanın başka
insanlara karşı duyduğu bağlılıktır. bu bağlılık, en yetkin biçimine aşkta ulaşır. hele cinsel aşk, bu duygusal insan
bağlılığının en yoğunlaşmış biçimidir. dostluk, acıma, vazgeçme, coşkunluk gibi çeşitli eğilimler, yetkinliği cinsel
aşkta beliren aşkın çeşitli görünüşleridir. insanlar arasındaki bütün sorunlar aşkın gücüyle çözülecektir. aşkı
kutsallaştırmak gerekir. insanlar, böylelikle, bütün acılarından kurtulacaklardır. din (religion), latince bağlamak
anlamındaki (religare) sözcüğünden gelir. şu halde, din sözcüğünün ilk anlamı bağdır. bundan ötürü insanlar
arasındaki her bağ, bir dindir. din' sözcüğünün etimolojik anlamı gerçeği ortaya koymaktadır. ama bu din, ruhçu
bir temele değil, maddeci bir temele oturmaktadır. temel doğadır. her şey gibi, din de, doğanın ürünüdür. varlık
yapısının temeli maddedir ama; kendisi düşüncedir. bir başka deyişle, varlık maddeden çıkıyor ama, ruhla gelişiyor,
varlıklaşıyor. maddelerin oyunu bitmiştir artık.
feuerbach, mutluluk felsefesini de, bu düşüncesinin üstüne kuruyor. ona göre, mutluluk eğilimi insan yapısının
doğal bir eğilimidir. insan, doğarken mutluluk eğilimiyle birlikte doğar. mutluluk eğiliminin töreselliği (ahlakiliği)
bu yüzdendir. gene bu yüzdendir ki, her törenin temeli mutluluk eğilimi olmalıdır. ama mutluluk eğilimi başıboş
bırakılamaz elbet. onu düzenleyen iki doğal kısıtlayıcı vardır:
1- eylemlerimizin kendimizdeki sonuçları: mutluluk eğilimimizi başıboş bırakıp, örneğin içkiyi fazla
kaçırırsak hastalanırız. böylelikle de kendi eğilimimizi, kendimizden ötürü, kendimiz kısıtlarız.
2- eylemlerimizin toplumdaki sonuçları: mutluluk eğilimimizi başıboş bırakırsak başkalarının mutluluk
eğilimlerinin sınırına gireriz. bu halde başkaları, kendi mutluluk eğilimlerini savunarak bizim mutluluk
eğilimimizi bozarlar. böylelikle de kendi eğilimimizi, gene kendimizden ötürü, kendimiz kısıtlarız.
özet olarak, hem kendimiz, hem de başkaları, elbirliğiyle mutluluk eğilimimizi düzenlerler, aşırılıklarımıza engel
olurlar. bu iki durumun dışında mutluluk eğilimimizin hiçbir engeli yoktur, keyfince yol alabilir. anlaşıldığına
göre, mutluluğumuzu, gene kendi mutluluğumuz düzenlemektedir. kendi mutluluğumuzu bozmadıktan sonra
mutluluk eğilimimizin yöneldiği her yol töreseldir. toplumsal sonuçlar, kendi mutluluğumuzun tadını
kaçırdıklarından ötürü kısıtlayıcıdırlar.
evrensel uzlaşmayı aşkta bulan feuerbach, töre alanında da, inceden inceye hesaplanmış, kendisine hiçbir
bakımdan zarar vermeyecek her mutluluğu cömertçe bağışlamaktadır kişioğluna. bu açıdan bakınca, feuerbach'ın
töresi, pek ince bir hesap işi olarak görünmektedir. hesap tuttu mu, başkaca hiçbir engel yoktur. insanın tanrıya
tapmasını yasaklayan maddeci feuerbach'ın karşısına dikilen, insanın insana tapmasını buyuran ruhçu feuerbach,
düşünce dizisinde, zorunlu olarak böyle bir sonuca varmıştır. düşünce alanına yönelen, böylelikle de kendi içine
kapanan düşünce, duygusal bir ortamda gezinmek zorundadır.
ve enteresandır ki insanlara birbirlerini sevmelerini öğütleyen ünlü düşünür, yalnızlık ve yoksulluk içinde ölmüştür.