mustafa kemal, bir gün yabancı diplomatları savarona yatında akşam yemeğine davet etmiş. yemekler yenmiş, içecekler içilmiş, alınan alkolün de etkisi ile muhabbet derinleşmiş ve konu gelmiş askerlerin kahramanlığına... herkes karşılıklı atıp tutmakta; " bizim askerimiz şöyle kahramandır, böyle cesurdur, öylesine disiplinlidir " falandır da filandır diye... ata dinlemiş, dinlemiş ve bir süre sonra dayanamamış. kadehinden bir yudum rakı içtikten sonra,
- askeeeer!
diye bağırmış. kapıda nöbet tutan asker, içeri girip bir sert topuk selamı verdikten sonra,
- emret! komutanım...
demiş. mustafa kemal, kemerine asılı silahını kılıfından çıkarıp, davete katılan diplomatların hayret dolu bakışları arasında, masanın üzerine koymuş ve esas duruşta dim dik bekleyen emir erine şöyle seslenmiş;
- al! silahı... daya! şakağına ve çek! tetiği.
tüm diplomatlar, tercümanlarından, o'nun ne emir verdiğini öğrenip sırayla donarken... komutanından aldığı emri, gözünü kırpmadan uygulayan askerin elindeki silahtan şu ses çıkmış;