Tepkilerini kestiremediğiniz için biraz endişeyle, hafiften ürpererek edilen sohbettir.
Ankara' da öğrencilik yıllarımda memlekete, trenle gidip gelirdim.
Ankara gar' ının bekleme salonunda, giyimi, kuşamı, acemice makyajı, yanında iki üç valizle güya tren saatini bekleyen orta yaş üzeri bir kadıncağız olurdu hep.
Gar, kadıncağızın meskeniymiş, sonradan öğrendim. Evsizmiş, orda yatar orda kalkarmış. Zararsız olduğu için de, yetkileler göz yumarlarmış, bekleme salonunu evi bellemesine.
Nasıl bir gurur varsa artık, renk vermemeye çalışır, olmayan saatine bakar, oflar, valizlerini hizaya sokardı.
Yolcular gibi davranmaya çalışsa da, anlaşılırdı tabii.
Yanına oturdum birgün. O kadar çok görüyorduk ki artık, yadırgamıyorduk bile.
Aramızda minicik bir kafa mesafesi olduğu halde, kafasını bana dönüp, uzuun uzuun baktı önce. Sonra,
- Biliyor musun, benim tren gecikti, yoruldum beklemekten.
- Gelir birazdan merak etmeyin.
- Hayır o değil de, babam karşılayacak beni, telgraf çektim geliyorum diye.
Belki de yaverini gönderir. Benim babam zabit biliyor musun?
- Aaa ne güzel! Özlemiştir sizi.
- Senin baban var mı?
- Yok benim babam, kaybettim.
- Yaaa..?? babam, senin de baban olsun ister misin, gel seni de götüreyim.
- Yok ben gelmeyeyim, annem bekler beni.
- Sana da iyilik yaramıyor beee!
Ne halin varsa gör! Fasülye sırığı!
O kadın iyi bi kadındı.
Sen kim köpeksin ki, babamın sana babalık etmesini kabul etmiyorsun demek istemişti sanırım.
Babasını çok sevdiği ve özlediği belli.