fırtına

entry259 galeri video4
    235.
  1. karla kaplı kaldırımlarda ağır, yakın adımlarla ilerliyordu. hava kararmak üzereydi. elindeki poşetleri dikkatli bir şekilde taşıyordu. düşerse aldığı bütün zımbırtılar etrafa saçılacak ve bu akşamki yemeğini kaldırımdan toplamak zorunda kalacaktı. böyle olsun istemezdi. zaten bu havada dışarıya çıkmaya zor karar vermişti. bin bir güçlükle markete varmış, neredeyse boşalmış reyonlardan arayıp zar zor bulduğu şeyleri hesapsız bir adım ile ziyan etmek istemezdi. boş sokakta kimi zaman bir iki insan gözüküyor ardından hemen kendilerini ilk korumalı yere atıp gözden kayboluyorlardı. tipi hızını arttırmaya başlarken apartmanın kapısına ancak varmıştı. üç katlı bahçeli apartman tamamıyla kara teslim olmuştu. kar yağışından olsa gerek elektrikler de yoktu. bahçeye adam boyu kar yığılmıştı. ilk bakışta terk edilmiş gibi duruyordu apartman. elindeki poşetleri bir kenara bırakıp ceplerinde anahtarları aramaya koyuldu. montuyla arasında yaşanan kısa bir mücadelenin ardından anahtarlarını sol iç cebindeki cüzdanın altında buldu. oraya nasıl girdiğine dair hiç bir fikri yoktu ama oradaydı işte.

    apartmanın kapısının ardından hemen giriş kattaki dairesinin kapısını açtı hızlıca. soğuktan donmak üzereydi. kapıyı açar açmaz yüzüne sıcaklık çarptı. kömür sobasının ısıttığı yekpare büyük salona attı kendini hemen. kapıyı sanki arkasında bir canavar varmışçasına hızlıca kapattı. montunu, kaşkolunu, beresini, ayakkabılarını çıkarttı. hepsini yerli yerine koydu. poşetleri mutfağa bıraktı kollarını ısıtmak için ovuşturarak sobanın yanına sığındı hemen. sobanın yanındaki hasır sepetin içinde daha önceden hazırladığı kömür poşetlerinden birini aldı. sobanın ağzını maşa ile açtı. poşeti sobanın içine attı. kapağı kapattı.odaya kömür kokusu doldu birden. biraz sonra ısınmaya başlamıştı. tam düşüncelere dalmıştı ki birden elektrikler geldi. gülümsedi. yemek hazırlama vakti gelmişti. haberleri açtı televizyondan. mutfaktan duymak için sesi biraz daha açtı.

    mutfakta vakit geçirmek keyifliydi. domatesler, soğanlar ve maydanozlar bazen daha iyi dostlardı. onlar daha anlayışlıydı. hatta o meşhur filmde dediği gibi enginarın bile bir kalbi vardı. doğradı. kızarttı. haşladı. yıkadı. pişirdi. duruladı. rendeledi. çırptı. aralıksız iki saat boyunca mutfakta ter döktü. çeşit çeşit yemek, çeşit çeşit meze hazırladı. birden irkildi. bacaklarına sürtünen kedinin mırıldaması ile kendine geldi. sanki bir transa girmişti. mutfak tezgahının üstüne baktığında elindeki bıçağı ve doğramakta olduğu biberi bıraktı. elini kuruladı.

    “bu kadar yemeği kim yiyecek şimdi?”

    yine kaptırmıştı işte. kafasını dağıtmak için dalmıştı yine kör bir çukura. bir bardak su doldurdu kendine. hazırladığı yemekleri ve mezeleri saklama kaplarına doldurdu. buzdolabına yerleştirdi. bir tabak hazırladı kendine. dolapta duran yarısı içilmiş şarap şişeni, tabağını, şarap kadehini, çatalını tepsiye yerleştirdi. tepsiyle beraber içeri geçti. haberler çoktan birmişti. televizyonu kapattı. müzik. ihtiyacı olan şey müzikti. giriş kattaki dairesinin tüm sokağa hakim o manzarasını seyredebilmek için perdelerini ardına kadar açtı. sobaya bir parça daha kömür attı. çekyatı pencerenin tam karşısına çevirdi. elindeki tabağı hemen önüne sehpanın üzerine yerleştirdi. kedi sobanın yanındaki yerini tutmuştu yeniden. bilgisayarından bir şarkı açtı rast gele. soğuk kış akşamına eşlik edecek sıcak tınıları olan bir şarkı.

    derken kar yağmaya başladı yine dışarıda. lapa lapa. aralıksız ama aheste aheste. yemeğini yedi.soba içeriyi o kadar ısıtmıştı ki mayıştı.kadehindeki şarabı tazeledi. bir sigara yaktı.

    derken kedi birden huysuzlandı. kulaklarını dikti. kapıya doğru kafasını çevirdi.

    “ne oldu havuç? ne duydun?”

    havuç onu umursamadı. yerinde kalkıp sokak kapısına doğru ilerledi. kapıyı tırmalamaya başladı.

    “ne oldu kızım niye heyecanlandın?”

    miyavlamaya, mırıldanmaya başladı havuç. sanki dışarı çıkmak istiyordu... yada birisinin içeri girmesini? kapıyı açtı. karanlık apartman koridorunda belli belirsiz gölgeyi görünce korktu birden. karanlığın ortasında birisi vardı.

    “kimsiniz? yardımcı olabilir miyim?

    gölge ışığa doğru yaklaştı. atkısını yüzüne dolamıştı sıkıca, elinde bir şemsiye bir çanta. ilk bakışta sadece gözleri seçilebiliyordu. havuç hemen öne atıldı. gölgenin sahibinin bacaklarına dolanmaya başladı. mutlu mutlu kafasını kaldırıp miyavlıyordu. bir kapıdaki adama, bir koridordaki gölgeye koşuyordu. sevinçten kuyruğunu havaya dikmişti. birden elinin kontrolü zihninden kurtuldu. kaslar gevşedi. kadeh yer çekimine, adamda gölgenin çekimine kapıldı.
    duyulan kırılma sesi ise sadece kadehten gelmemişti.

    “döndün….”

    ***

    pencereye çevrilmiş çekyat şimdi sobaya doğru çevrilmişti. çekyatta oturan kızın omuzunda bir battaniye, elinde bir fincan sıcak çikolata karşısında ise gözleri faltaşı gibi açılmış bir kedi ve bir adam vardı. adam bir sigara yaktı. elleri titriyordu. havuç biraz tereddütle kızın kucağına doğru bir hamle yaptı. kız itiraz etmeyince kucağına kıvrıldı. mutlu bir şekilde mırıldanmaya başladı.

    “beni çok özlemiş” dedi kız çekinerek.

    “belki terk edip gittiğin içindir. yada dört senedir hiç arayıp sormadığın içindir. kim bilir… nede olsa asıl sahibi sendin…”

    kız yerinden doğruldu. omuzundaki battaniyeyi sıyırdı.

    “sokakta kaldım.” dedi gözleri doldu.

    “sonunda kapının önüne koydu seni yani…” sakin olması lazımdı. ancak içinde kabaran öfke, nefret, kıskançlık… bastıramıyordu. “ sende bu limana yelken açtın…”

    kız tek kelime etmedi. fincanı sehpanın üzerine bıraktı. havuç’u usulca kaldırdı kucağından. askılığa doğru yürüdü. montunu giydi. çizmelerini giydi. bu esnada onu seyretti adam. sesini çıkartmadı. kız beresini ve atkısını taktı. sokak kapısını açtı. son bir kez arkasına baktı. dudaklarını oynattı ama sesi çıkmadı. eğer çıksaydı “özür dilerim” diyecekti. tabi eğer boğazına düğümlenmeseydi kelimeler. tabi eğer geçmişteki hataları diline dolanmasaydı. gitti.

    ***

    kapı yaklaşık yirmi dakika sonra tekrar açılıp kapanmış. herkes bir önceki yerini tekrar almıştı. kız çıktıktan bir kaç dakika sonra dayanamayıp peşinden koşmuştu. kar fırtınasının ortasında elinden tutup onu geri getirmişti. öfkesini soğutmak için kış fırtınasının soğuğu yetmemişti ancak en azından ikinci kez çıkıp gitmesine mani olmuştu. üstelik çaresizdi. bir tekme de o atamazdı.

    bir kadeh viski. hanım efendiye şarap. puro? yok yok… pipo… hayır uğraşamazdı. en iyisi sigara. kıza da bir sigara uzattı. önce çekindi.sonra bir tane aldı.

    bir serçe gibi ürkek. korkmuş. kırılmış. kullanılmış ve baştan savılmış. her hareketinde ürken, çekinen, kendine olan inancını ve güvenini kaybetmiş. tam anlamıyla yaşayan bir ceset. o kadar üzüldü ki adam öfkesi daha da kabardı. tam o anda kalkıp kızın kovulduğu yere gidip küçük kıyameti kopartmak istiyordu. sakin olmalıydı. öfke içinde yanan bir alev gibi her söylenmeyen sözde daha da körükleniyordu.

    “daha susacak mısın?” dedi. sigarası bitmeden bir tane daha yaktı. hava iyiden iyiye kararmıştı. kar hala aynı hızda yağıyordu. bu demektir ki yarın da işe gidemeyecekti. fırınlar yarın da açılmayacaktı. ama derdi bu değildi. yarına nasıl varacaktı bu gece?

    “kızma bana lütfen.” çaresizlik neler yaptırıyordu insana. çaresizlik neler yapıyordu insana. insan değil miydi çaresizliği kendi elleriyle sandığından çıkartıp en güzel elbisesi gibi giyip sonradan pişman olan? “ hayallerim vardı. bir bir yıkıldılar. sonra umutlarıma tutundum. tutunduğum umutlarım elimde kaldı. en sonunda ellim bomboş kaldı.” bir iç çekti. “oysa olur gibi gelmişti bana bir an için.”

    “bana söz verdiğin bu değildi.” dedi adam. viskinin son yudumunu aldı. suratı ekşidi. sehpanın üzerindeki şişeye uzanıp bir bardak daha doldurdu. “kendi hayallerin uğruna benim hayallerimi idam ettin. bana bir fırsat dahi vermedin. dinlemedin. konuşmadın bile bir sabah gün doğumunda gittin. bir mektup bıraktın. bir de kedi. dört yıl! tam dört yıl! ne oldu sanıyorsun dört yıl boyunca?”

    her kelime, her harf kızın suratına bir iğne gibi batıyordu. gözlerinden süzülen gözyaşı sicimleri yanaklarını silerek göz pınarlarında kopacak küçük fırtınaları müjdeliyordu adeta. içini çekti. “üzgünüm.” bir yudum aldı elindeki şaraptan. “biliyorsun. hep gelmek istedim sana. beni tutan neydi bilemiyorum ama beni çeken sendin. bak geldim işte. söz verdiğim gibi beraberiz yine. unutalım geçmişi. gelecek bizi bekler.” haykırarak söylemişti bu kelimeleri. gözlerinde umut olarak değerlendirebilecek bir parıltı bile belirmişti adeta. “unutamaz mıyız? yeniden sevemez miyiz? yeniden aşık olamaz mıyız birbirimize?”

    adam güldü. sıcacık bir gülümseme. dudaklarından yanaklarına, oradan gözlerine kadar yayılan kalp ısıtan bir gülümseme. sanki birden bahar gelmişti kışın ortasında. sanki dünyadaki açlık sona ermişti. sanki hayatın anlamını bulmuştu. gözlerinin içi, en derinlerinde gülüyordu. yüreğiyle gülüyordu. sonra birden bahar esintisi son bahara dündü. sonra kış geldi yine tek göz odaya…

    “ben evlendim” dedi.

    o kadar soğuk oldu ki odanın içi. gürül gürül yanan soba ısıtamadı kızı. sanki dışarıdaki fırtınada çırılçıplak kalmıştı. içi üşümüştü. duygularına kadar üşümüştü. gözlerinin önündeki perde kalkmıştı birden. duvara asılı çerçevelerdeki düğün fotoğraflarını gördü. kıskançlık. öfke. onu da ele geçirmişti. kaşlarını çattı. dişlerini sıktı. göz yaşları öfkeden akıyordu bu sefer. “nasıl! nasıl!”

    “bana nefret ederek bakma.” dedi adam. “senin kırdıklarını onaran biri var hayatımda. iki yıl! tam iki yıl bekledim seni!” ayağa kalktı sinirden kıpkırmızı olmuştu. “kapıları gözledim. haber bekledim senden bir şekilde izini bulmaya çalıştım. olmadı. bir defa, bir bunalım gecesinde canıma kıymayı bile düşündüm. çektiğim hiç bir acıda yoktun. hangi hakla buraya gelip bana yeniden başlamayı teklif ediyorsun?”

    “ hiç mi kalmadı bana olan bir hissin?”

    “son kalan kırıntılardı seni az önce tekrar içeri getiren.”

    sessizlik.

    sobanın içine atılan kömür sessizliği bozdu. havuç odanın ortasında mutlu bir şekilde oynuyor, yeni oyuncaklarını sahibine sergiliyordu. çok mutluydu. odadaki tek mutlu canlı oydu aslında. aslında odadaki öfke o kadar büyüktü ki hiç bir mutluluğa yer kalmamıştı. sessiz duran iki insanın birbirine söylemek istediği çok şey vardır derler eskiler. kız çekyata uzanmıştı. gözleri hafif aralık, ağlaması yeni kesilmişti. neden gitmişti ki? neden bırakmıştı? buna değmiş miydi? 4 yıl boyunca gülmüş eğlenmiş gezmiş; yaşamıştı. o yaşamak için onu öldürdüğünü biliyor muydu peki? evet biliyordu. bir parçası ona yapmamasını söylerken bundan bahsetmişti ona. “eğer gidersen” demişti kendi kendine “çok üzülecek. o kadar üzülecek ki kısa zamanda büyütüp yeşerttiği o sevgisi solacak. susuz kalacak.” demişti iç sesi. “geri döndüğünde yeniden yeşertmek için bir sevgi bulamayacaksın.” neden sonra iç sesi ona asla geri dönmeyeceğini, onu kalbinin derinlerinde bir sandıkta sonsuza kadar mühürlü olarak tutacağını söylemişti. sonra? sonrası, dört yıl her zaman gül bahçesi değildi tabi… başlarda iyiydi. sonradan yediği ilk tokatla başlamıştı her şey. o tokatla; tüm saygısı, tüm sevgisi, tüm arzusu, tüm benliği yaralanmıştı. kendine olan güveni tokatla beraber savrulmuştu boşluğa. zorbalık. haksızlık. şanssızlık. kader. adını siz koyun. onun için bir boşluktan ibaret bu duygu. sonu yok başı yok. elindekilerin avuçlarından kayıp gitmesi. yaşadığı onca olay. gözlerini kapattı. sonsuza kadar uyumak istiyordu.

    kız gözlerini kapattığında adam yavaşça yerinden kalktı. kızın üstünü örttü. saçları. yanakları. nefes alışı. o kadar yoğundu ki aslında hala ona. o kadar özlemişti ki. kelimelerle anlatamazdı. eğer deneseydi son arzusu kadar özlediğini söyleyebilirdi sadece. neticede her insan idamına yürüyen bir mahkum değil miydi? ona dokunmak belki de dünyasına bir kaç dakika içerisinde baharı getirebilirdi. ona dokunmak bir kaç saniye içerisinde cennete kadar gitmesine sebep olabilirdi. ona dokunmak binlerce sevaba denk gelebilirdi bazı dinlerde. kokusu. o kokusu. özlemişti işte. koklasa her şeyi unutabilirdi aslında. eğer saçlarını bir kere koklasa yeterdi. o kadar ki tüm hafızası bile silinebilirdi. eğildi. yanağına yaklaştı. saçlarına doğru uzandı. eğer biraz daha yaklaşsaydı kızın kalp atışlarının ne kadar hızlandığını, nefesinin nasılda değiştiğini duyabilirdi. ama yapmadı. evli bir adamdı. ve sadıktı. o ve çekyattaki arasındaki fark da tam olarak buydu. o kararını vermişti.

    odasına geçti. eşine telefon açtı. tipi yüzünden annesinde kalıyordu bir kaç gündür. kader.
    seni seviyorumlarla çok özledimlerle kapattılar telefonu. sahi, nasıldı o şiir?

    Ne hasta bekler sabahı,
    Ne taze ölüyü mezar.
    Ne de şeytan, bir günahı,
    Seni beklediğim kadar.
    yattı. bırakılacak tek şey geçmişti. geçmiş. adı üstünde geçip gitmiş. sabah ilk fırsatta gidecek bir araba bulacak ve onu uğurlayacaktı. kapanan kapıları açmamak gerekliydi. mührü bozmamak, kilidi kırmamak en doğrusuydu. zaten ne demişti şair devamında o şiirin.
    Geçti istemem gelmeni,
    Yokluğunda buldum seni;
    Bırak vehmimde gölgeni
    Gelme, artık neye yarar?

    işte o gece mevsimsel olarak en uzun gece olmamasına rağmen ikisi içinde ömürlerinin en uzun gecesiydi. birbirine olan sevgileri bembeyaz bir kar gibi yağdı sokaklara. öfkeleri ise yağan karı fırtınaya, tipiye çevirmişti. havuç bir kızın yanına bir adamın yanına gitti. sabah olduğunda kız giderken havuç yine oradaydı. bacaklarına dolandı gitme diye. son gücünü, son umutlarını az evvel uyandığı çekyatta bırakan kız havucun başını okşadı. “hoşça kal” dedi. “geçen sefer de sana emanet ettiğim gibi, o yine sana emanet.”

    sokağa çıktı. fırtınada kayboldu. sadece bir kaç dakika sonra apartmanın kapısından bir kadın girdi. kapıyı açtı. havuç onun ayaklarına dolandı hemen. mırlayarak bişeyler anlattı ona. kadın umursamadı. yatak odasına yol aldı. yatakta uzanan adamı gördü. üstünü usulca çıkarttı. yorganı kaldırıp arkasından sarıldı adama. adam önce irkildi. sonra “hoş geldin bitanem. hoş geldin…” kadın sırtına bir öpücük kondurdu adamın. “hiç bir fırtına ayırmasın bi daha bizi.”
    güneş açıyordu dışarıda. bulutlar dağılmaya başladı. önümüz bahar diye düşündü adam. önümüz bahar...


    *
    1 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük