Elbette o konuda başarısız kaldığımız için, hatırlamak istemediğimizden... Budapeşte'nin, Belgrad'ın, Bükreş'in, Atina'nın, Sofya'nın, Kahire'nin, Kudüs'ün, Şam'ın, Bağdat'ın, Mekke'nin, Medine'nin elden gidişini her sene anmaya kalksak işi gücü bırakıp "profesyonel ıskatçı" yazılmamız gerekecek değil mi lan ampul beyinliler?
evet ben saçma sapan ritüellerden hoşlanmıyorum ama şu fetih konusunda at izini it izinden ayırmak istiyorum;
Bir kere, istanbul'un fethini "biz" kutlamıyoruz, yani ben ve benim gibiler; küçük bir zümre kutluyor. Bu da dinci kesim. Dinci kesimin içinde de işi gücü olmayan küçük bir grup. Herkes namazında tesbihinde, bununla mı uğraşacak?
Ama o küçük grup, kendi kendine "Yunan da Selanik'in fethini kutlasa hoşumuza gider mi?" sorusunu sormuyor. Çünkü biz daima haklıyız. Biz fethederiz, kimse karışamaz.
Herif kendi dininden vazgeçip bizimkine gelince (Aleyk-ül islam!) el üstünde tutacaksın, bizimki başka dine geçerse öldüreceksin, öyle mi? Sonra da Avrupa'ya bok atıp "siz asıl kendinize bakın" diyeceksin...
Eloğlu Osmanlı imparatorluğu'na karşı bağımsızlığını kazanmak için ayaklanınca "Sırp isyanı, Mora isyanı, Arnavut isyanı" olur, biz yaparsak "istiklal harbi". Sonra da "tarihte ilk kurtuluş savaşını verdik" deyince yüzümüze tuhaf tuhaf bakarlar, niçin baktıklarını anlayamayız.
Acaba, beş yüz altmış dört yıldır Osmanlı-Türk damgasını asla silinemez şekilde vurduğumuz şehrin günün birinde bir kere daha elimizden gitmesinden mi korkuyoruz da, her sene bu fetih meselesini dönüp dönüp hatırlamaya ve özgüvenimizi yeniden doğrultmaya çalışıyoruz?
Yani gerçekten aklınız alıyor mu günün birinde Ayasofya'da yeniden çan çalabileceklerini, Süleymaniye'yi domuz ahırı yapabileceklerini falan? Her şeyden önce UNESCO izin vermez. Aklınız alıyor mu, kelaynak kuşu gibi kalmış bin beş yüz kadar Rum'un, bir milyon şehirli ve on dört milyon lumpen Türk'ü buradan sürüp çıkarabileceğini?
Hayır. Yunan ordusu gelse tükürükle boğarız. Ama gene de, "Ulubatlı Hasan donuna soyunmuş" bir arkadaşın surlar üzerinde okları hababam yemesi ve Hintli sömürge neferi Gungadin gibi düşüp düşüp kalkması şeklinde icra edilen müsamere hoşumuza gidiyor.
Çünkü bu arada çaktırmadan "üç hilalli bayrak" falan da açıyoruz (ama zemini kırmızı değil yeşil), yüreğimizi soğutuyoruz.
mesela önümüzdeki hafta sonu 29 ekim kutlamaları olacak, muhtemelen envai şebeklikler eşliğinde, bir tiyatrocuyu Atatürk kılığına sokup Şişli'den Dolmabahçe'ye götürmelerine götürecekler. ne diyeyim yani, buna mı kızayım, sinirleneyim?
o değil de ben bu entryi "milliyetçi ve muhafazakar" kesimi azıcık gıdıklayayım diye yazmaya başlamıştım, pek öyle olmadı. aykırılık yada çıkıntılık ile de hiç bir alakası yok. ben sadece bu memleketin sağcısından da solcusundan da, her türlü fraksiyonundan da bezdim arkadaş!
Fakat siz bana bakmayınız, her türlü ritüelinizi çeşitli maymunluklarla beraber sergileyiniz. sergilemezseniz yavşaksınız!