her sabah uyanır uyanmaz aynı soruyu sorardık kendimize: gamalı haç hala dalgalanıyor mu senato binası üzerinde?
sonra ağustosta almanlar paristen çekildiler; montparnasse sokaklarında, gürül gürül yanan meydan ateşlerinin çevresinde zıplarken, hepimizin içi aynı sevinçle doluydu. sonbahar geçti ve sonra noel...alman ordularının çöküşü. daha bir kaç saat önce kutladık bunu, noelle birlikte. ölmüşlerimizi unutma yolunda attığımız son adımlardan biriydi bu.
hepimiz için hayatın yeniden başlar gibi olduğunu sezdim. paula, "geçmişi geri getirmek olabilir mi acaba?" diyordu. ve henri, "hafif bir roman yazacağım." diye gülüyordu.
bu gece bayram gecesi. barışın ilk noeli... ölüm kamplarında ise son noel...
>>>>
türkçeye "kadınca" ismiyle çevrilen simone de beauvoir kitabı.
yazar bu kitapta ikinci dünya savaşı sonrasındaki hayatı, ruhsal bunalımları ve kaçış yollarını irdelemiştir. ayrıca bu roman simone ile sartre'nin özel yaşamlarını olduğu gibi vermektedir. Ann adını taktığı ruh doktoru kendisi, robert dubreuilh ise sartre'dir. henri, genç yaşında ölen fransız yazar albert camus ve lewis ise nelson algren'dir. yazdıgı bu romanı nelson'a ithaf etmiştir ki kendisiyle sartre'den sonra büyük bir aşk yaşamıştır. o zamanın kadınlarının belirgin kimlik karmaşalarını da ustalıkla kaleme almıştır yine. goncourt ödülünü de bu romanıyla kazanmıştır.