zincirini kıran günler...şimdilerde özlemek başka şeylere dönmüş. fakat o zamanlar gövdeni ortadan ikiye bölen çentik vadilerden derindi ikiye, üçe ya da hiçe bölünmüşlük. çıldırtırdı. sonra durulur. kum adası olurdu. bazen sel suyuyla şekillenen peri bacası, yamaçlarda neyi beklediğine aldırmayan yorgun kollarına vuran rüzgarın cezası mantarkayalar, yüreğinde savan... hep birileri ve bir şeyleri özleyerek geçenlerde buldun değil mi hakikatı? el vermeyenler el olmuş. sonra maziden bir sürü şey toz toprak. en geç odalarda yorgun bir sabah bulurdun. gözlerin duvarlara müracat ederdi. her taraf şikayet kağıdında yeni basılmış mühür ya da hiçbir şeydi. özle özle özle bitmezdi. özlemenin bir zamanı da yoktu. cebine kadar girerdi. ağırlaşırdı pijamalar veya omuzlar. başka duygu yok muydu allahın bu günlerinde? kendine sora sora bıkmıştın." varla yok arası bir şeylerdi işte." diyip satardın unutmaya. yok öyle kolay değildi. unutamazdın. sadece ikisi bir arada çok ağır gelirdi. düşman duygular öğrenmiş olduk o günlerde. yan yana gelmeyecektik bir daha kimse onlar. ben, sen, o, biz, siz bir daha onlar... peki ya müttefik kimdi? bilemezdin. sokulgan renkler utangaç grilere devretmişti. yaşam ve bir daha yaşam, yaşamaksız. muğlak açlık, ölen heyecanlar, sevdadan bulantı, az biraz geceyle dinen histeri nöbetleri. hiç kimse yoktu, kapkara gecelerde münevveş çiçekler açardı. kitap arasında solmayan o gülbanklar sen misin-miydin? söyle sen miydin bu cerrah, düşlerimi kesip siyah kanlar akıtan gecelerde? cevap bulmayacak bilirim. sebebi de ben. sessizliğinde buldum manayı boşver o halde. birkaç cümlem hep koşarak gelen ya da hiç gelmeyen sen. sürekli düşmekte yaralı kuş gibi özlemler. ne geçmezmiş ne özelmiş beklentisiz özlemek ve hissetmek o günler, bu günler, şu günlerde...