kaba tabirle sinemanın kendini geliştirmesi için gerekli özüdür. Çıkış itibariyle en genç sanat dalı kabul edilen sinema içerisinde kısa filmciliğe odaklandığımızda ilk film olarak Lumiere Kardeşler'in Lumiere Fabrikası işçilerinin Çıkışı'nı başlangıç kabul etmek kronolojiye göre doğru olsa da teknik açıdan bakıldığında doğruluğu sorgulanabilir bir saptamadır.
Bunun sebebi o zamanlar çekilen kısa filmlerin yetersiz teknik imkanlarının doğurduğu mecburiyetten ötürü kısa metrajlı çekilmesiydi. Başka bir deyişle sinema teknolojisinin uzun metrajlı filmler çekebilecek yapıya ulaşmasının ve yaygınlaşmasının ardından zorunluluk dışı bir şekilde özel bir tercih ve anlatım biçimi olarak çekilen kısa metrajlı eserler kısa film kabul edilmelidir.
Uzun metrajlıya oranla eserin yapım sürecindeki maddi gereksinimin azlığı - daha az paraya kotarılabilirliği- ve düşüncelerini, hayallerini görselleştirmek isteyenler için uzun metrajlı filme oranla deneysel bir özgür ifadeye daha çok imkan tanıması nedeniyle en iyi alternatif kısa metrajlı filmlerdir.
KISA FiLM TÜRLERi
Canlandırma: Cansız nesnelerin bilgisayar yardımıyla ya da el çizimiyle hareket ettirilmesi esasına dayalı, yapımı zor bir film türü.
Kurmaca: Kurgu, oyuncu, zaman ve mekan gibi yerleşik sinema kodları kullanılarak, genellikle yaygın anlatım kurallarına bağlı oluşturulan film türüdür.
Deneysel: Bilindik sinema anlatım ve kuralları dışında gelişen, özgünlüğe ve yaratıcılığa en açık türdür.
TÜRKiYE'DE KISA FiLM
Türkiye'de kısa film olarak çekilmiş ilk film, Ayastefanos Barış Anlaşması sonucu dikilen Rus heykelinin 14 Kasım 1914 tarihinde yıkılışının Fuat Uzkınay tarafından görüntülenmesi ile elde edilen filmdir. Film dökümanter bir nitelik taşıdığından belgesel kategorisine de sokulmaktadır.
Ülkemizde, 1921 yılında, Şadi Fikret Karagözoğlu'nun oyunculuğunu ve yönetmenliğini yaptığı 20'şer dakikalık Bican Efendi güldürüleri ile başlayan kurmaca kısa film serüveni 1927'de sinemaya sesin de dahil olmasıyla 1930'larda ilk sesli belgesel kısa filmlere geçişle devam eder. Bu alandaki ilk sesli belgesel kısa film ise Nazım Hikmet'in Düğün Gecesi/ Kanlı Nigar (1933) filmidir. 1930'larda birkaç uzun ve kısa metrajlı film daha çekilse de bu filmler daha çok devlet destekli ve propaganda amaçlıdır.
1930'lardan sonra Türkiye'de kısa film alanında uzun bir sessizlik görülür. 1960'larda ise Türkiye'de bu alanda ilk kıpırdanma Robert Koleji'nde okuyan birkaç genç tarafından kurulan Robert Koleji Sinema Kulübünde olur. 1967'de 1. Hisar Kısa Film Yarışması'nı başlatırlar fakat Türkiye'deki mali ve teknik yetersizlikten dolayı amatör sinema henüz tam anlamıyla gelişmediğinden dolayı yarışma o tarihlerde beklenen ilgiyi görmez.
Hisar Film Yarışmaları'nın ardından, kısa film alanında yapılan en önemli etkinlik 80'lerde başlayan ve 90'lı yıllarda uluslararası bir film festivaline dönüşen iFSAK Ulusal Kısa Film yarışması olmuştur. iFSAK Ulusal Kısa Film Yarışması, giderek büyüyerek Uluslararası istanbul Kısa Film Günleri'ne dönüşmüştür.
2000'Li YILLAR KISA FiLMCiLERiN ALGI FARKLILIĞI VE GELiŞEN TEKNOLOJiNiN KISA METRAJA ETKiLERi
Türkiye'de kısa metrajlı filmler yönetmenlerce uzun metraja doğru uzanan bir basamak, bir sıçrama tahtası olarak algılanmakta. Nuri Bilge Ceylan, Mustafa Altıoklar, Reis Çelik, Fatih Akın, Yeşim Ustaoğlu, Çağan Irmak, Kudret Sabancı, Serdar Akar, Ümit Ünal, Reha Erdem, Tayfun Pirselimoğlu gibi isimleri buna örnek gösterebiliriz. Gerçi dünya sinemasında da kısa metrajdan uzun metraja geçen pek çok yönetmen vardır. Pier Paolo Pasolini, Wim Wenders, Türk sinemaseverlerin beğenisini toplayan Amelie filminden hatırlayacağı yönetmen Jean Pierre Jeunet gibi isimleri de burada sayabiliriz.
Kısa metrajdan uzun metraja geçişte dünya ve Türkiye yönetmenlerinin başta da belirttiğimiz gibi algı farkı var. Dünyanın birçok ülkesinin aksine kısa filmlerin Türkiye'de parasal getirisi olmadığından devamlılığı sağlanamıyor.
istanbul Kısa Filmciler Derneği kurucusu ve başkanı Oktay Güzeloğlu'nun deyişiyle:
"Kısa film gevezelik yapmadan kısa zamanda çok şey anlatma esasına dayanır. Kısa filmler kısa süre içerisinde birçok şeyi ifade edebilen yapıtlardır. Kısa filmin çekilmesinin sebebi, ekonomik kaygılar değildir. Kısa film başlı başına bir sinemadır. Kısa film, uzun filme atlama aracı olarak görülmemelidir"
(Ege Üniversitesi iletişim Fakültesi'nin düzenlediği Uluslararası Kısa Film Günlerinden)
Üretim aşamasında maddi-teknik destek ve yayınlanma konusunda Kültür Bakanlıkları, televizyon kanalları ve sponsor firmaların yoğun teşviki Türk kısa filmcilerin alışık olmadığı kavramlar.
Ülkemizde sinema bölümü öğrencilerinin işi öğrenme süreci, sınıf geçmek için çektiği şeyler olarak düşünülüp layık olduğu maddi-manevi ilgiyi görmeyen kısa filmciliğin batılı sponsorlarca nasıl bir sanat olayı ve reklam aracı olarak değerlendirildiğine ünlü otomobil firması BMW'nin 2001 yılında Guy Ritchie, Alejandro Gonzalez Inarritu, John Woo, John Frankenheimer, Tony Scott, Wong Kar Wai gibi yönetmenlere hatırı sayılır destekle çektirip internet üzerinden yayınladığı BMW Films kısa film serisine şirketler arası vizyon farkı ve sanat üretimine hak ettiği saygının gösterilişi olarak da bakabiliriz.
Emekli komiserlerin parkta otururken yazıp Posta gazetesi'nin yurdumun şairleri köşesine yolladığı şiirler misali canı sıkılan üniversite öğrencilerinin kantinde otururken aklına gelen her ilginç fikri bundan senaryo yaparız düşüncesiyle, arkadaşları oynatarak castı da bedavaya getiririz kurnazlığıyla çekilen ve ne hikmetse birçoğu birbirine benzeyen sahnelerle bezeli
( Tarantino filmlerinden aşırılmış müziklerle uyanan karakterlerle oluşturulan ilk sahne, elinde sigarası olan kirli sakallı tipin ruhsal bunalımları ve iç sesleri, sevgilisi tarafından terk edilen gencin ufka doğru attığı uzun bakışlar vb ) klişelerle dolu emek ve zaman israfı videolar youtube gibi internet sitelerine yüklenip paranın ve teknik ekipmanın olmadığı yerde kısa filmden sayılmakta.
Günümüz koşullarında, nitelikli bir kısa film için gerekli olan bütçe 40.000 euro civarında. Türkiye'de bugüne dek ne Kültür Bakanlığının, ne televizyon kanallarının, ne de prodüksiyon şirketlerinin bu boyutta bir kısa film desteklediği duyulmadı. Bürokraside ağırlığını hissettiren ticari sinemacıların yanında, kısa filmciler hep arka planlara itildiler. Birkaç çok düşük, önemsiz destekle geçiştirildiler. Samimi ve önemli bir yaklaşım olan TRT Genç Sinemacılar Programı'nı ve birkaç yıl sürdükten sonra kaldırılan CiNE-5 Kısa film Yarışması'nı ayrı tutarsak, genç yönetmenler, özellikle yeni açılan ve bütçesi sınırlı olan TV kanallarının, yayınlayacak bedava film aradıklarında akla gelen birer kimlik olarak varlıklarını sürdürmeye çalıştılar. oturmuş bir sektör olmadığı için sponsorlarca desteklenmeyen yapımların geniş kitlelere ulaşması çok zor. (kisafilm.com)
Bu kötümser tablo içerisinde göze çarpan tek olumlu gelişme ülkemizde kısa filmciliğe maddi ve teknik desteğin yeterli seviyeye ulaşamamasına rağmen küçük de olsa kıpırdanma göstermesi, ve bu kıt imkanlarla yapılan az sayıdaki kaliteli kısa filmlere izler kitlenin rağbetinde hatırı sayılır bir artışın olmasıdır.
Uzun metrajlı filmlerin ticari kaygıları arasında yitip gitmiş farklı perspektiflere ve yaşamın ayrıntılarına yapılan deneysel yaklaşımlar giderek çoğalan ve nitelikli yapımlar izlemek isteyen bir kısa film seyircisi profili oluşturuyor. Bunun altında ise az da olsa artan sponsorluklarla gerçekleştirilen kısa film yarışmaları, festivalleri ve Kültür Bakanlığının ucundan kıyısından destek hamlelerinin itici gücüyle son dönem başarılı çalışmaların izleyiciyle buluşması ve izleyicinin zevk aldığı çalışmaya hak ettiği değeri göstermesi yatıyor.
Kısa film, sinemanın tecimselleştiği noktada ona hala bir sanat olduğunu hatırlatan ve ona endüstriyelleştikçe amatör bir ruhla panzehir olan bir özdür. Eğer sinema gelişiyorsa, kısa filmin özgür ve her türlü deneye açık yapısından beslendiği için gelişiyor.
not: aylık bir dergide yayınlanan yazımdır, olası bir copy paste suçlamasına sebebiyet vermemek için belirtme gereği duydum.