Sen benim kendime yaptığım en büyük ihanetimdin. Rüzgârda savurduğum yapraklar gibi kendimi oradan oraya atarken; yalnızdım... iki kişilik bir sevdanın, iki kişilik bir aşkın ortasında yalnız... O haldeyken bile içimdeki çocuk susmuyordu. Sevdikçe daha çok seviyordu. Kendimi hayatımın merkezinden uzaklaştırırken her seferinde; ellerimin arasından kayıp gidişini seyrediyordum. "uzat elini bana sevgili!" dedikçe sen sanki bir büyünün etkisinde gibi yalnızlığına çekip gidiyordun.
Şimdi diyeceksin ki bana; Neden? Neden onca senenin ardından, attığım ölü topraklarının içinden, zamanın tozlu sayfalarının arasından, nefretimin tükendiği, sana karşı hissizleştiğim o en olmadık zamanda yeniden geldin diye... Biliyorum acınası bir sokak serserisi bedenim ve bir o kadar örselenmiş ruhumun sözcükleriyle tekrardan sana gelmek akıllı bir iş değildi. Benimkisi deli cesaretiydi.
Sen benim en büyük kelime hazinemdin. Beni ayakta tutan gözlerindeki o telaşla baktığın bir kaç saniye içinde bıraktığın anlamlardı. içine derin derin çektiğin sigaranın kederinin benim için olmadığını bildiğim halde sana gelmek acınasıydı. Bu yüzden affet beni. Ama sana söyleyeceklerim vardı. Haykıracaklarım. içinde özlemden başka şeyler de vardı. Soracaklarım? Sormak için bekledikçe biriktirdiklerim. Ama yine de susmalıyım şimdi. Ben artık o anlamlarında boğulduğum bir kaç saniyelik telaşla baktığın gözlerinin içinde yokum. Sırf bunun için bile susmalıyım. Aslında sana gelişim bile deli cesaretiydi. Belki aptal işiydi ama yine de geldim. Çünkü anlamın içinde kaybolduğum gözlerine ihtiyacım vardı. Bir kaç saniyelik telaşla bakmana… Görmezden gelsen bile o kaçamak bakışlarına…
Sen benim ruhumun eroiniydin. Düşüncelerimin nikotini, bedenimin müptelalığı...
O yüzden gelmeliydim sana.
O yüzden görmeliydim.
Affet beni.
O tozlu tarihin geçmişinden gelip seni yıprattığım için...