"komprador değil, ulusal sol!" diye yola çıkanların nerelere geldikleri belli. kendi partilerinden dahi ajan provakatörler diye atılanların geldikleri nokta faşizmin sığ sularıdır. ne yazık ki bu solun beslendiği kaynak olan maoculuğun kaba sapa ve determenist bir dünya algılayı biçimi asla peşlerini bırakmıyor. bırakmayacakta. önce sınıf mücadelesini ittifaklar projesine indirgeyenler, daha sonra dünyayı algılarken emperyalist ittifakların peşine takılmaşlardır. işte bugün çin'in durumu. dünyaya bakış açısı siyah-beyazdan ibaret çin, büyük bir ihanetin pençesinde kıvranmaktadır. neyse bizim alanımız şu an türkiye.
önce bir dünya değerlendirmesi yalaım. zira içinde yaşadığımız ülke dünya'dan bağımsız olmak bir yana onla iç içe geçmiş ilişkiler ağına sahiptir. dünyanın içinden geçtiğimiz tarihte egemen üretim biçimi kapitalizm'dir. fakat bu kapitalizm uluslararası tekellerin, mali sermayenin egemen olduğu bir sistem olan emperyalizmin kendisidir. emperyalizm sadece bir ülkenin diğerini ezmesi anlamında değildir. aynı zamanda emperyalizm tekellerin sermaye ihracı, koca koca ülkelerin köleleştirilmesi demektir. türkiye bu nedenle emperyalizme bağımlı bir ülkedir. buradaki siyasal iktidarı elinde tutan egemen sınıflar- mali sermaye- emperyalizmin ülkedeki aynasıdır. onunla birlikte ülkeyi satan, yağmalayan ve yağmalarken palazlanan bir sınıftır. ulusal değerleri sahiplenen özgün bir marksist olan dr.hikmet kıvılcımlıya kulak verelim. hikmet kıvılcımlı ne diyordu: "emperyalizm yalnızca bir dış olgu değil, aynı zamanda bir iç olgudur." 68 kuşağının devrimci önderleri ne diyordu: "türkiye emperyalizme bağımlı bir ülkedir." onlar hangi yolu seçmişlerdi? ister mddci olsun, ister sdci hepsi işçi sınıfının yolunu seçmişlerdi.
teoride gerçek ama pratikte tutmayan şey ulusal solun emperyalizm karşındaki iki yüzlü tutumudur. ulusal bağımsızlık karşısındaki korkak tutumu, solun alanını daraltan bir projedir. daha iyi anlamak için konuyu ab projesi hakkında konuşalım.
ab özünde 6 büyük avrupa ülkesini ekonomik ve politik açıdan işbirliğini amaçlayan ve sovyet iktidarına karşı yapılandırılmış bir projeydi. reel sosyalizm sonrasındaki aşamada ab, alman emperyalizmi merkezli bir projeye dönüşmüştür. buna göre eski doğu bloku ülkeleri ve türkiye gibi balkan ülkeleri ab karşısında tam boy bir bağlanmaya gitmiştir. türkiye burada ab'ye girerken üretimini ve tarımını bırakmış tamamen ab'nin güçlü ülkelerine bağlanmış açık pazar bir ülke olacaktır. buna karşılık ulusalcı solun tavrı nedir? onurlu üyelik! ne kadar saçma ve gerçeklerle çalışan bir tavır. hem ülkenin bağımsızlığından bahsedeceksiniz, hem de onurlu bir entegrasyon projesi, onurlu bir kölelikten bahsedeceksiniz. buna ancak ikircikli tutum denir.
ayrıca gelilim sınıfsal konumlanmalarına. sözde bu kesim özelleştirmeye karşı. ama hangi tür özelleştirme? yerli değil, yabancı sermayeye. böyle komik bir karşı çıkış olur mu. halkın kendi vergileriyle kurduğu ve sadece işsizlik getiren bir olgu olan özelleştirmeyi nasıl bir sol zihniyet savunabilir? komprador burjuvaziye karşı milli burjuvazinin bağımsızlık hayalini görenleri biz gerçeklere çağırıyoruz. dar görüşlülüklerinin bedelini türkiye halkı ödemekte.
temel çelişki emek-sermaye çelişkisi olarak kalmaya devam ettikçe ve mücadele alanı kapitalizm ile komünizm arasında oldukça ulusalcı bir sol kendini darağacına götürmesi zorunlu. buna karşılık enternasyonalist olduğunu söyleyen liberal sol ise bağımsızlığı yani emperyalizme karşı konumlanışı mahkum ederek solun anti-kapitalist söylemini de baltalamak istiyor.
türkiye devrimci harekteinin önderleri bu yolda çok şey koydular. istediği kadar milli demokrati devrimci olsunlar hepsi uluslarası komünist hareketin önderleri olan marks'a, lenin'e, stalin'e ve che guevera'ya büyük saygı duyan kişilerdi. üstelik solun enternasyonal olduğunun bilinciydiler. peki bunun anlamı nedir? türkiye'nin tam boy bağımlılığı olan ab'ci solun destekliği avrupa birlikçi projelere teslim olmak mıydı? hayır. onlar nihai zafere giden yolda tüm ülkelerin işçilerinin birleşmesinin gerekli olduğunun bilinciydiler. asıl mesele burada solun neden ulusal olamayacağıdır? çünkü sol ulusal olduğu müddetçe iki şeye ihanet eder:
1-nihai zafere giden yola.
2-işçi sınıfının siyasal iktidarına.
ikiside emperyalizme bağımlılık anlamına gelir. emperyalizme karşı yapılacak bir bağımsızlık yürüyüşünde devrimcilerin türkiye bayrağını kullanmaları ya da kullanmamaları bir ayrım meselesi olamaz. kullanırlarsa anlamlı olur sonuçta bayrak bağımsızlığın simgesidir. fakat her provakasyonda, işçi sınıfını bölen, şovenist projelere de ne dün izin verirdi, ne de bugün. eğer öyle olsaydı ölüme giderken haykırdıkları son söz: "yaşasın marksizm-leninizm." olmazdı.
ulusalcı sol şimdi yolun sonuna geldi. şapkayı öne koyup bakmaları gerekiyor. türkiye'de süreç nereye gidiyor? karşı devrimin yükselen bayrağının arkasındaki 51 yıldızlı bayrağa karşı hangi değerlerle, tutarlı bir biçimde siyaset üretebilir. tutarlı bir bağımsızlık için türkiye'nin tüm sermaye sınıfını def etmesi gerekiyor. ancak bu şekilde emperyalizmin boyundurluğuna son verilebilir. yoksa görüldüğü gibi 85 yılda gelinen yol tam boy bağımlılık olacaktır. yine ve yine...